Yunus içti, biz mi esridik?
“Aşkın şarabından içem
Mecnun olup dağa düşem
Sensin dün ü gün endişem
Bana seni gerek seni ”
> Yunus Emre’de kavramlar, sözler, imgeler öylesine berraktır ki, şırıltıyla akan bir söz ırmağı sanırsınız. İlk anladığınız, kavradığınız doğrudur, fakat eksiktir. Ancak bu ırmağa dikkatle baktığınızda, birden akıl almaz derinliğini fark edersiniz. Sizi çarpan ve yokmuş gibi duran bu berrak derinliktir. Yunus’u da ölümsüz yapan, şairler yüceliğinin en üst katına çıkaran da bu hikmet, bilgelik yüklü aşk erliğidir. Algıladığınız imge ruhunuza işlemeye başladığında, duygusal sisteminiz hareket etmeye durduğunda, sözün kat kat derinliğinde büyülü, yeni anlam alanları sizi içine çeker. Bu yalınlığın, bu şeffaflığın, “hafifliğin” içinde barındırdığı onca yükün, dağlar gibi, deryalar gibi ağırlığına şaşıp kalırsınız.
>> TARİHİN KÜLTÜR ÇEŞMESİNDEN AKAN ŞARAP
> Örneğin dergâhta, tekkede, ocakta dünyanın maddesi, manevi titreşimlerle sarsıldığında insan benliğinde bir kendinden geçme anı yaşanır. Bu hal, insana gerçekdışıymış gibi görünen yepyeni bir “gerçeklik” sunar. Elbette bu durum, kendini insanlığa, kamu mutluluğuna adamış dervişler, devrimciler için sarsıcıdır. Bu noktada yaşanan devranı dile getirmede “şarap” en çok kullanılan imgedir. Öyle ki Cennet’te şarap ırmakları vardır. Kevser şarabından içmek, en üst düzeyde bir kendinden geçişi simgeler. Yunus bu ortamları dile getirirken “Sohbetimiz ilâhîdir / Sözümüz Kevser suyudur,” diyor. Şarap, mey tasavvufta, insanı kendinden geçiren tanrısal aşkın gücünü imgesidir. Türk kültüründe şarap olgusu, bütün boyutlarıyla yaşatılmıştır. Bir bakıma Sünni softalığa tepki, bir bakıma inancın yüksek derecesini dile getirmede “şarap / meyhane” imgelerden bolca yararlanılmıştır:
“Yunus’a kadeh sunan
Ene’l Hak demin vuran
Bir cür’a sundu bana
İçtim ayılamazam.”
> Dedem Korkut Boylarından Hallacı Mansur’a, oradan Ahmet Yesevi’ye, Yunus Emre’den Pir Sultan Abdal’a, oradan bütün bir halk kültürü yapıtlarına kadar “şarap” imgesinin yayıldığını görürüz. Öyle ki bu temel kültür değerleri kendi içinde, adanmış insanın ruh halini dile getirmekte sonsuzca kullanıldı. Sümer, Babil destanlarından bugün sahip olduğumuz halk edebiyatlarına dek sürüp gelen bu imge kervanının yükleri içinde en başta içki kültürüne ait kavramlar yer alır. Örneğin meyhane, harabat, kadeh, piyale, dolu, çanak, tas, içki (suçi), peymâne, saki, sarhoşluk, mest olma, esrime, humar olma vb. Öte yandan İlyada ve Odessia’dan Babürname’ye, Gülistan’dan Şahname’ye, Kabusname vb. dünya kültürünün temel yapıtlarında aynı tutum gözlenebilir. Arapça “serap” ile köken birliği olan şarap, aynı zamanda gizemli bir “aydınlanmayı”, “ayıkmayı” ifade ederek, tarihin kültür çeşmelerinden bolca akar.
>> MANSUR’UN ATEŞ KADEHİNDEN İÇEN YUNUS
> Bir dönem yaşandı ki, Hallacı Mansur’un, Yunus’a da yol gösteren, evrenin gizemini anlamaya yönelen diyalektik düşünceleri tehlikeli bulundu. Şeriata uymayan “Ene’l Hakk – Ben Hakk’ım” şeklinde özetlenen sözleri nedeniyle, softa, yobaz, egemen kesim tarafından 922’de Bağdat’ta önce kırbaçlandı, ardından burnu, kolları ve ayakları kesildikten sonra idam edildi. Yunustan 400 yıl önce, Mansur, özgür düşünmenin bedelini hayatıyla ödemeyi de bilinçle göze almıştı. Mahsur’un ateş dolu şarap kadehinden içen Yunus, evrensel birlik aşkına karşı ona yapılanlar için yaratana bile “sitem etme” gücüne kavuşur:
“Çün Mansur gördü ol benim dedi
Oda yaktılar işittin anı
Oda yandırdın külün savurdun
Öyle mi gerek seni seveni
Zinhâr ey Yunus gördüm demegil
Oda yakarlar gördüm deyeni.”
> Yunus Emre evrensel varlığı, yerlerden göklere, yıldızlardan burçlara kadar madde ve manevi bir bütünlük içinde kavrar. Aynı şekilde bireyi de bu tekliğin (vahdetin) içinde ilahi gücün yansıması olarak görür. Bu yansıma evrensel sorumluluk ve görev üstlenmeyi gerektirir. Yunus’un bilincinde bu düzen bir saat gibi kuruludur. İyiye, güzele, doğruya kurulu bu ilahi düzeneğin yürütülmesinde bireyin rolü yanmayı bu evrensel varlığa adanmayı gerektirir. Çünkü aynı anda çirkinler, kötüler ve yanlışlar devrede, karşıtlarıyla mücadele halindedir. Od ile yununca, yanmış arınmış olunca, Yunus da gider Mansur yolunca, Yunus, hicivli söz söyleme gücünü, cesaretini de bu adanıştan alır. Yine burada içilen “Aşk Şarabı”nın rolünü görürüz:
“Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Ma’nisi ne demektir”
>> YUNUS İÇTİ, BİZ ESRİDİK
> Yunus şiirlerindeki akıl almaz dağınıklık, farklılıklar, anlamı tersine çevirin müdahaleler sürüp gidiyor. Belirttiğim gibi hem Yunus Divanında, kitaplarında, hem sosyal medyada hem de şarkı sözlerinde ortaya çıkan bu sorumsuzluğa ne zamana kadar göz yumacağız? Çarpıcı bir örnek sunalım:
Abdülbaki Gölpınarlı’da:
“Her bir sözü duyayıdın
Ye bu gamı yiyeyidin
Yürürken uyuyayıdın
Gideydi senden kâr-ü bar.”
Burhan Toprak’ta:
“Ger bu sırrı duyaydın,
Ya bu gamı yiyeydin
Yerinde eriyeydin,
Gideydi senden bu kâr-ü bar.”
Cahit Öztelli’de:
“Her bir sözü duya idin
Ya bu gamı yuya idin
Yürürken oynaya idin
Gideydi senden kar-u bar.”
Mustafa Tatcı’da:
“Bu sırrı ger tuyayıdun
Ya bu gamı yiyeyidün
Yiründe eriyeyidün
Gideydi senden kâr u bâr.”
> Yunus uzmanı bu değerli yazarlarımızın dışında pek çok Yunus yayınında farklılıkların boyutu daha da büyüyor. Şimdi soralım: Yunus bu dörtlükte ne demek istiyor? Gölpınarlı’da “Ye bu gamı yiyeyidin”, Toprak’ta “Ya bu gamı yiyeydin.”, Öztelli’de “Ya bu gamı yuya idin” biçimleriyle ciddi farklılıklar taşıyor. İnsan şaşırıyor. Yunus, gamını “yese” mi, “yusa” yıkasa mı? Bilemiyoruz. Yunus’un en güzel ilahilerinden olan bu şiirin başka bir dizesinde ise durum daha vahim: Gölpınarlı’da “Yürürken uyuyayıdın”, Toprak’ta “Yerinde eriyeydin”, Öztelli’de “Yürürken oynaya idin”, Tatcı’da ise “Yiründe eriyeyidün” biçimlerinde ciddi farklılıklar taşıyor. Peki Garip Yunus ne yapsa: 1. Yürürken uyusa mı? 2. Yerinde erise mi? 3. Yürürken oynasa mı? 4. Yoksa Yerinde erise mi? Ne diyeyim! Yunus içti, biz esridik!