On İki Makam Senfonisi
Seyfeddin Aziz’in vatansever anısına.
Büyük Nağme
Ey Asya, yurdum yuvam benim,
İşte geldim huzuruna, makamına durdum.
Sana sesleniyorum Urumçi kapılarından,
Ben ozan oğlun senin, Aprinçor Tigin ilk adım.
Maddenin nurunu bozkırın özünde buldum,
Büyük insanlığa kurdum tarihin saatini.
Ey Asya, kolu kanadı yirmi birinci yüzyılın.
Oğulların donattı, sundu kardeş sofrasını,
Dünyanın ortasında, kuşsütü kuru üzüm.
Ben de oturdum o sofrada boy boy yoldaşımla,
Gözümüz pek, gönlümüz saf ipek…
Tattım orada birlikte üretilen incirin balından,
Dinledim, birlikte söylenen şarkıyı:
Ey Asya, aynalı beşiğimiz, düğün evimiz.
Ekmeğimiz yedikçe artsın, eksilmesin,
Suyumuz çağlasın, taşıp dökülmesin.
Cennet ırmakları raks ediyor çölde Umay gibi.
Kayada açan gülü sakın hoyrat elinden,
Sesimizi duy ey Ana, sözümü işit ozan dilince.
Ey vatan, topla ordularını, at senliği benliği,
Vur bilge kılıcını kır kuşatma demirini,
Bir ucun Atlantik’te, bir ucun öfkeli Pasifik:
Kurulsun, kurtulsun ülkelerin kutuplarca.
Ey yiğit doğuran kutsal hayat ağacı,
Sana sesleniyorum Kaşgar’dan, şirin illerden.
Can doyuran ağır başak, kutlu taş, ulu su,
Karıncanın uğultusu, dağların fısıltısıyla,
Öğret yoldan sapmışlara büyük ulus yolunu.
Ey diz bağı, iliği kemiği çocuk halkların.
Sen, Yeni Dünyanın kahreden tunç dirayeti,
Oku sosyalizmin aşk ayetini bir daha:
Dillerin süsenlensin, ellerin sümbüllensin,
Ey Asya, devrimlerin kelimeyi şahadeti!
I
Fırlatıp attım kalbimi Türk burcuna,
Şafak söküp kara toprak ağarınca,
Gök kızardı, eridi ilik, gönül göverinceye.
Yığıldı kaba dağlar, atmaya bilek gerek,
Yol açtı kendine yolu kesilen millet.
Tanrı Gölü’nde abdest alıp gelinceye dek,
Arındım tan ışıkta boylu boyumca.
Başım gözüm uslu, yedi gökler görünceye,
Açık alnım güneş kurslu bir ulu Tarkan,
Kollarım tunçlu, iyi çalışsın dersine şeytan.
Göbek bağı devrim günü kesilince,
Kavli karar eyledi kavim, insanlığın kalbince.
El bağladı Gülcan, al gonca deste desteye.
Kalbim Satık Buğrahan’dan yeminli,
Buğda doruğunda ant içtim de geldim.
Ey Asya, hiç ant içmeyene yiğit denir mi?
II
Ey doğuran, emziren, ey yürüten erke:
Elmalar allandı, oğlan kız yola bakar şimdi.
Doru atlar su boyuna yayılıncaya,
Güneş yükselip yerler ısınıncaya bekle bizi.
Girmesin halk içine kara fitne bir daha,
Göğsündeki süte, gözündeki nura düşman.
Eti kemikten ayıracak kimdir söyle,
İnce beline, çelik bileğine hasım bir kinci.
Yakıp yıkacakmış konağı bir de,
Kızıl gülün goncası eğilmez el elinde.
Hotan Senemi’nde birlik dönenler,
Kurtarır ak senliği, kara benlik zulmünden.
Kutludur halkın çırılçıplak kelamı:
Dualıdır yıkılmaz birlik evi, sarsılsa da.
Ey Asya, hiç Kutup Yıldızı parçalanır mı?
III
Güneş doruğa çıkıp kuytular ışıyıncaya,
On bin yaşında bozkurt yol bulmuş.
Tüzesi bozulmuş kardeş, dinle sözümü,
İl açmış insan soyunca, hem kendi torununa,
Gelsin kaynaşsın ne varsa canlı namına.
Kaşgarlı Mahmut kalem göstermiş ayçaya:
Yazdım ne var ne yoksa, döktüm kitaba,
Ocak tütmüş bir kez, bu müzikli topraklarda.
Ey otağın öz oğlu, ateşle külünü bir daha.
Ey Asya, hiç güneş söndürülür mü?
IV
Gökler kararıp yıldızlar kıpırdayınca,
Yakut saçılmış, can tomurcuğu su boyunca.
Sana sesleniyorum Turfan bağından,
Üzümler, tatlı günlerin tanelerince istekli.
Sesleniyorum kalbine Kumul’dan:
Direnir yurt tarihin kasırgasına, deniz kabarır,
Çekilir sonra nice anıyı gönüllere bırakıp.
Dokuz girişli konağın avlusu çocuk dolu,
Cıvıl cıvıl kuş sesleri Aksu ezgilerine karışır.
Uyarır yan bakanı ülkenin birliğine,
Batı kapısı dokuz aslanlı, doğusunda kızıl ejder,
Din bezirganına, kin tüccarına yol vermez.
Durduracakmış mutluluk çarkını…
Ey Asya, hiç göğün çarkı durdurulur mu?
V
Ertesi gün öğlen yemeği Nevruzla şenlenir,
Yeni hayat eşikte, yine dünyayı turlamış gelmiş.
Ey beşiği çalkalanan görkemli bebek,
Dolunayı gamzeli kız, doğan günü sırmalı oğul.
Söğütler yaprak çıkarmış, umudumuz gibi,
Yürü iklimden iklime, yer bilimden gök bilime.
Dans eyle dağlarda, ovalarda, denizlerde,
Çiçekli eteklerin girsin çıksın Güney sahillerine,
Haydi aç kollarını dönedur, kutuptan kutba.
Başın Tanrı Dağından yüce, yıldız içinde,
Coştur revanın tellerini, konuştur ballı dillerini,
Gök tanrı duysun, övsün kutlu türkünü.
Ey dünyada Cennet kurmayı kendine dert edinen,
Sırtlamış dağların yükünü çıkarıyor arşa.
Ey Asya, hiç derdi olmayana yoldaş denir mi?
VI
Kuşluk vakti erişip erikler ışıyıncaya,
Bekliyorum seni kapı önünde yüreğim açık.
Bekliyorum tatlı sözümle, ateşli özümle,
Göğsü görklü kaba dağ çiçekle örtülünceye.
Sesleniyorum Orhon kayasının dikildiği yerden:
Sabahı kirleteni tanı, dirliğine el atanı tanı,
Dolan Meşrebi coşsun, badeler aşsın elden ele,
Keklik gibi kanadını süz, gönül uçuncaya,
Destanlar yürüyünceye, dolan sallan ey ceylan.
Nazlı kız, nazlı söğüt, nazlı bebek, nazlı gün,
Senin eline bakar, ellerin görür geleni.
Gözler anadan sürmelenince, kuzu meleyince,
Bize birlik gerek, birlik melektir ey can.
Dağlar Saka, ovalar Kırgız, gökler Uygur,
Ve demir ocakları Hun ve bilgi pınarları Han,
Burada dur, kaldır başını, yurdunla yurtlan.
Yiğit meydanda güzel, sancak deli rüzgarda.
İşte, ermiş Lao Zi yol gösteriyor halka:
Gidiyor öküzün sırtında, ama duru su gibi,
Benlikliyi senlikli topluma taşıyan bilge…
Ey Asya, hiç el sevmeyene uygar denir mi?
VII
Ey Han oğlu, Hun oğlu, ana baba bir kardeş,
Dağlar yoldaştır, insan dağlardan yoldaş.
Kızarıp çatlar nar, der söz içinde sözüm var:
Erenler meclisince kanar, öz içinde öz.
Haydi birleş Metehan’da, Modun’da kan yanar,
Can kendini bulur Mao Zedung destanınca.
Gün erdi, davullar vurdu, ziller kudurdu,
Haydi tut elimi, kollarım siper olsun yollarına.
Yanını taşa veren, yoldaşını alır yürür,
Ele güne adar canını, Azrail’e borçlu kalır.
Ey Asya, hiç yoldaşı olmayana canlı denir mi?
VIII
Akşam güneşi Karamay gülü gibi kızarmakta.
Görüyorum seni Karız kanallarının dibinden,
Kalbim kara gecede yanıp seni aramakta.
Bu sözleri yele savurmuyorum, taşa kazıyorum,
Öğrendim bizim Lu Sün’den, Nazım’dan.
Buradan bakıyorum sana ruhum huzur içinde,
Ey sen, düşe kalka yürüyen, bozkırın Bismillah’ı.
Buradan görüyorum seni Tanrı Dağı’ndan,
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur,
Geldim konağına Korkut ile Yunus ile Veysel ile
Görevi halktan aldım, topraktan bildim…
Ey Asya, hiç görevden kaçana ozan denir mi?
IX
Buradan bakıyorum aslan yatağı Hira’dan:
Çölde kum nasıl yayılır tepelenirse,
Yer değiştirir halklar da öyle, zaman yeliyle.
Fakat sabittir kanımıza karışan mertlik,
Konuşsun bugün dağlar da, haykırsın avazını:
Var mısın bir kutlu kuşağa, bir mutlu yola?
Dile gelsin akça üzüm tanesi, desin muradını.
Biz paylaşıyoruz sabahımızı çocuklarla,
Yakıyoruz ülkenin kandilini, yürek yağımızla.
Güzel gün gösterdi sürmeli kirpik ucunu,
Sen de aç dizinde hayatın kamusunu cevher saç.
Sözün tipi gibi, içini titrettiği yerde dur,
Yılanın zehrini içine çek, tükür yüzüne hainin,
Ağızdan çıkan söz, dağ aşar korur birliği.
Ey Asya, hiç sözünden dönene yiğit denir mi?
X
Erlik yelinin yeryüzüne estiği günde,
Kiraz dolu dallar eğilir, boyun eğmez ülke.
Üç ağaç ormanı savunur, haydi gel sen de,
Altın bebek, haydi, gökte gez, gülistanda yürü:
Düş içinde düş varmış, kış içinde kış varmış,
Büyü kızım, büyü turnam, büyü neşem, büyülüsün.
Uyan Akdeniz’im, Kızıldeniz’im, Sarıdeniz’im.
Dosta bin güvercin, düşmana bin kartal:
Davullar gürler durur, bahadır meydana yürür,
Evleri neşe bürür, adayınca öncü kendini.
Ey Asya, hiç meydan görmeyene fedai denir mi?
XI
Güneş bir daha alçalıp gölgeler uzayınca,
Asya dağları kollar günün haramisini.
En masum silahımla uyarıyorum, sözümle:
Bırak terör borsasında İslam pazarlamayı.
Fakat ne bilir başını yalandan kaldıramayan,
Koruganların diliyle söylüyorum yine,
Duymaz kara taşta yürüyen karıncanın kargışını.
Bülbül yuvasına uçar, nergis hevesle açar.
Dünyayı bekler aşk burcunda Koç Köroğlu var.
Ey Asya, hiç korkaklarda yürek olur mu?
XII
Kardeş bahçelerini kale gibi savunduk.
Gün dönüp güneş bir daha doruğa ulaşınca,
Sen uyanıncaya bekler vatanı bir söz:
Belki yaralıdır, öyle bırakılmış devrimden önce,
Sineye sarılan, hayat ışığı gibi doğar gün.
Bilim atası orada sorar: Kimdir kapımı çalan?
Ben geldim kapına ey ölümsüzlük atası,
Geldim Lokman ile, Mecnun ile, Kemal ile,
Karlı dağın karını küredim geldim, içtim selini.
Geldim uzun yürüyüşten ölü ile, diri ile.
Ekini vardı biçtim, ağısı vardı anda içtim,
Aktan karadan seçtim, geldim kapına ey yüzyıl.
Gülşen’dir senin yattığın demir döşek,
Bana görev bildir, bana gideni göster, geleni de,
Dökülsün tanelerim, on bin ordu büyüsün.
On iki makamda çağrımız budur, hatamız af ola:
Emziriyor halkını anavatan aşkla, inançla,
Ey Asya, hiç oğlunu emzirmeyene Ana denir mi?