Ey Şair Ortaya Çık!

Şiirler

YÜKSELEN ALÇAKLIK

Ey Şair Ortaya Çık!

Ey şair, yaratıcı eylemin, söz gücünün imgesi,
Ey birey! Haydi, atla atına ve gir yola, sür uzaklara.
Dolaş senin olan topraklarda, seni çeken
Sabahın seni çağıran ışık katlarının koynuna yürü,
Atıl çılgın ses dalgalarının titreşimine.
Ayak basılmamış, el sürülmemiş bu yerler senin.
Bu nesneler ülkesi senin, bu varlık, tanrısıyla
Onlar senin fethini bekliyor, düş yola, sür uzaklara.

Varılmamış koylara var, girilmemiş ırmakları boyla,
Bilinmemiş yağmurlarda yıkan, soyları soyla,
Bin bir gece rüzgarının türküsünü söyle,
Aşılmamış yarları geç, tadılmamış kokuları içine çek,
Oynat yüz yıllık kayaları, ağır bulutları erit,
Korkulmuş sulardan iç, dokunulmamış meyveden ye,
Dinle denizin dibinden gelen uğultuları,
Kulağın yeraltından gelen sarsıntılarda olsun.

Ey şair! Yaratıcı eylemin, destanın biricik imgesi,
Kovulmuş sözcükleri yakala; kelebeklerdir her biri,
Arılardır, yeryüzünde, yer üstünde uçuşurlar…
Gök ışıklarıdır tatlı, sevimli, dost, zehirli ve yabandırlar.
Okşa onları, sev, konuk et, tutsak etme mülkünde.

Haydi, boşalt dizginleri türküden içeri, kandan içeri!
Sensin, yansıyan aynasında tarihin yara içinde,
Sensin, aşkın tüm zamanlarda tek eylemcisi, ey birey!
Sür atını sınır boylarına, patlamalar hattına sokul…
Ey şair, ortaya çık, bayrak aç zulmün üstüne.

Bırak ardından “hain” diye bağırsın dursunlar,
“Hiçe saydı kuralları, kutsal buyrukları…” desinler.
Ardından bağıracaklar: “Dön geri! Dön geri deli!”
Önceyi taşıyan, başlangıç sende mayalıyor geleceği,
Kulak asma kitabeli laflara, okkalı tehditlere…
Ey şair göster kendini, titresin düşman kuleleri.

Ey birey! Yaratıcı eylemin, sözün biricik imgesi,
Unutma ki kurallar her zaman önde gitmez…
Daha uzağa gidemez onlarsa, büyücü ipinin boyundan
Çıkamazlar rahat çiftlik evinden, kendilerini bağlayan.
Sunulan yaşamın sonsuzluğunu kavra, sahip çık,
Senin olan evrenin bütün zerrelerine birden…
Çağırıcı ses sensin, aşkın yeniden üreticisi, ey birey!

Işığı tanı, karanlığı da, alaca gök anını da,
Ateşi kavra, suyu da, çarpışma anının güzelliğini anla,
Ve cesareti, kazanılan özgürlüğün bedeni saran ürpertisini,
İnsanın sonsuzluğunu ve devrimin yakan gerçekliğini,
Esareti ve direnen aşk mırıltılarını da anla…
Sensin gök örtü altında kalıcı, sonsuzca çınlayacak,
Ey şair! Sür atını, dağıt kargınla karanlık kaygıları.

Ey birey! Yaratıcı eylemin, sözün biricik imgesi,
Yol aç kendine. Coşkun sular gibi çarpış granitle, inatla.
Bağırıyor tüm nesneler sana: İşte buradayız.
Bizi bul, bize dokun, bize can ver, bizi yaşamın kıl,
Yönet bizi, yücelt; sana gizlerimizi açalım, kişiliğimizi,
Bağışlayalım sana ve gösterelim yeni çıkış yolunu.

Taşın içindeki tütsüyü, suyun içindeki ateşi,
Ölünün içindeki canı fısıldayalım kulağına ve küfrün,
Sövgünün içindeki tutkuyu, uzağın içindeki yakını…
Gösterelim cinnetin içindeki iyi huyu, ışığın içindeki geceyi
Bildirelim fırtınayı başlamadan, denizi patlamadan,
Irmağı taşmadan duyuralım sana, şehir viran olmadan.

Ey şair, göster kendini savaş alanlarında,
Çık ortaya, gir meydana, çek bayrağını direniş burcuna.
İp boyna geçmeden, ağı tasa dolmadan, ok yaydan
Çıkmadan, kuş kayaya çarpmadan haber verelim.
İşte böyle bağırıyor nesneler. Onlara egemen olmalısın.
Sensin ilişki yollarını yaratan, aydınlatan sözcü,
Sensin nesneler evreninin yıldızı, güneşi, ey birey!

Bak işte orada kaynaşıyor halk, kökler karmaşası
Ormanın yerinde… Karanfilin yerinde Hitit kayaları ve Asur
Tanrıların yerinde buğday başakları, ticaret kervanları,
Tanrıların yerinde kırbaç, köle varoşları, F-16 Filoları…
Sensin ışık hızıyla bütün kötülükleri durdurup kelepçeleyen,
Sensin yeryüzünün bütün vebalini boynunda taşıyan.

Orman dağın altında, dağ bulutun canının içinde,
Bulut göğün omuzlarında, gök martının yüreğinin yerinde,
Gül yastığın üzerinde, oğul ananın göğsünde,
Ana yanan ocağın yerinde, ocak yosunlu sular dibinde,
Zafer solgun yüzlerin yerinde, ince bileklerin yerinde,
Unutuşun yerinde, yenilginin yerinde ve işkencenin,
Meclis tutanaklarının, şifreli kasaların, komisyonların…

Ayrılık güllerin yerinde, güller bir direniş sabahının,
Sabahsa yüreğinde bir kaygılı karanlığın,
Gülen bebeğin avuç içinde; ölüm hafta sonunun yerinde,
Yıkık evin yerinde, erimiş tunç bir kapının yerinde…
O kapıdan taşıyor yollara çılgın halk…
Sensin değişimin, başkalaşımın, dönüşümün yalın ifadesi.
Sensin günlük yaşamın çarkı, çekirdeği, ey birey!

İşte donattın kendini, hazırladın; başında defnelerden,
Çağlar öncesinden örülegelen taze yapraklardan şairlik tacı,
Eğile kalka geçiyorsun dalayan dallar arasından.
Altında atın terlemiş, kanıyor sağrısı yaban dikenlerinden.
Üzerine oklar yağıyor, ölüm dalgaları dört yandan.

Tek atlı değilsin, yanında, ardında, önünde gidenler var:
On beş kılıç parçalansa, kırılsa on beş hançer, uzanır
On altıncı, sensin o! Ve on yedinci… 149 beden yakılsa,
İpe çekilse dirilir 150’inci, doğrulur kalkar ayağa. Sensin o!
Ey adanmış ömür… Ömrüm! Haydi göster kendini,
Ey şair, ortaya çık! Halkı gözüne kestirdi ölüm!

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir