DOĞU TABLETLERİ
Yirmi Beşinci Tablet, Türk
Kalabalık değildik, gücümüz kalabalıktı,
Öyle bir ana yoğurdu ki bizi, sonsuza doğurdu,
Ve sonsuza dek işe koştu bizi: Kendi dilimiz.
Bunun için mi geldik yeryüzüne: Türkçemiz için mi?
Yazdık ne yazdıysak insan aklına, kalbine:
Su nasıl işlerse kayayı, işledi onlar da halkın gönlüne.
Bir daha doğduk kara topraktan ve mavi gökten,
Yazdık sonra ne yazdıysak kilime, kütüğe, kayışa,
Vurduk adlarımızı binlerce dikili taşa,
Bozkırlardayız asırlarca, Asya’da ayaktayız,
Bakıyoruz oradan, torunlarımız bizi görsün diye.
Durmadan yürüdük başka iklimlerde, başka kollardan,
İki gün koştuksa, üçüncü gün bir kent kurduk,
Düşmanlarımız Türk oldu, biz kurt olduk, kartal olduk,
Kan bağını damarda değil, bayrakta bildik.
Yüz yılda yurt dolduran ordu, bir günde boşalıp gitti.
Bir yol tuttuk yiğitçe: Uçuruma itti bizi,
Masal gölleri gibi göz kamaştıran halklar yol bulup aktı,
Oradan göğe ağdık ve kanat açtık yerin görkemine:
Küçük sürüler kanatlarımızın altına girdi,
Onlarla imparatorluk kurduk, onlarla uygarlık yarattık,
Halkların tunç hamuruna mayamızı kattık,
Kapalı bozkırdan açık denizlere biz onlardık, onlar bizdi.
Dağlar, ırmaklar Türkçe konuştu ve Tanrılar da,
Aynı arzuyla bildiler hilali, güneşi ve umayı.
Ve bir daha çoğaldık, yeni topraklarda yeni atalardan.
Bir yanımız sel gibi aktı kanatlı atlarla,
Bir yanımız yeraltında kanal açtı kanayan tırnaklarla.
Arkların ağzından döküldü çölün karnına şifa:
Elimizde kazma, en uzun namazı biz kıldık Karız’da.
Üzüm kokulu torunlar, kiraz çiçekli kızlar yetişti,
Orada su gibi aktı en tatlı ezgiler ve kardeşliğin şanı.
Karıştı, kucaklaştı gökten gelen gururlu adamlar:
Onlar Sinan oldu, Yunus oldu, Kaşgarlı Mahmut oldu,
Onlar Kerem oldu, Şeyh Bedreddin oldu…
Ve demire nakşolundu bin yıl arayla iki Türkün nişanı:
İlkine Bilge Kağan derler, ikincisi bilimin Kemal’i.