Doğu Tabletleri
Otuz Sekizinci Tablet,
Kerbelâ
Ekmeğin ve suyun, ateşin ve al gülün
Aşkıyla sonsuzdur insan, ölümsüzdür ölümlü.
Yerlerin ve göklerin, nefsin ve nefesin,
Onuruyla yeğrektir insan, bilmeyen ne bilsin.
Bela rüzgârı sallar sert çadırlarımızı,
Çadırlarımız sarsılır, inancımız sarsılmaz,
İnancımızın direği sedir ağacındandır.
Duranın ve çürüyenin, akanın ve türeyenin
Zerreleri birbirinin içinde, birbirini yer,
Kötü yenilir, devrilir orada yeniden biter.
Direniriz tanyerinin bütün kadını, erkeği biz.
Yunduk bedenlerimizi öğlen kumuyla,
Giyindik eğnimize Şam’da biçilen gömleği,
Sardık bebeğimize günışığını, yumak yumak.
Dışımız, hilebazın alev çemberidir,
İçimizde yeşil bir yağmur yağar, çise çise,
Fırat’ın suyu gibi çektik erliği, erdemliği içimize.
En iyi hatip kılıçtır diyor, Ömer İbni Saad:
Varsın, o saat kesilsin dimdik başlarımız,
Miras bıraktık kesilmemiş umudu neslimize,
Bölebilir mi çeliğin kılıcı, ipeğin inancını?
Elimize yüzümüze sıvanır, Murtaza’nın güneşi,
Yoksulluk en büyük ölümdür, diyen aslan,
Akşam ölürse bir, sabah doksan dokuz dirilir.
Sancağı diken ele iyi baksın mazlum olan,
Zülcenah giriyor melunun can kapısından içeri.
İçtik çöl denizini, yetmiş iki solukta biz.
Ey biziz görünüp de, hayduda elveren azaplı,
Ceplerine doldurdun ikbalin altın tozunu.
Önderin tözünü avuç avuç toprağa saçtın:
Zalime eğilenler, boyun eğdirir kendi halkına.
Başımı uçurun, ama kıymayın yadigârlara,
Kulak verin: Çöl uğulduyor atalarımızın avazıyla.
İşbirlikçinin aklı sağırdır, yüreği kördür,
Esen yelin kulağı var, duran taşın gözü vardır.
Çözülür kara örgüsünden ille de zülfüyâr,
Kerbela’da kırılan gül, Anadolu’da alevi açar.