DOĞU TABLETLERİ
Elli Beşinci Tablet, Gömüt
Hakan uzakta ölünce, gökyüzü zorda kaldı,
Mumlu sargıya sarıldı da otağıyla,
Büyük günde, büyülü kent Semerkant’a vardı.
Cihangir ile Ömer Şah bakadursun,
Gül ağacından tabutta konuklanıp sıvanmış.
Mermer yatakta yan dönüp, hâlâ iyimser,
Şehr-i Sebz’de, yazlık sarayda ölümcül kaldı.
Hatta yukarı iklimlerde halklar kıpır kıpır,
İşler durur boş odalar, ama bozkır çatlayacak.
Küçük kız bulur atasının taştan sedirini,
Saçları tüze gibi düzgün dökülür hâlâ.
İşte buradayım, akçam, torunum, ahir dölüm,
Sakladı burada eski hayatımı ölüm.
Açtılar Kafkas dağlarının yüklendiği taş kapağı,
Ama ata yok, ata kalleş baskıda kaldı.
Dolu bilinen boştu, aç kurdun kursağı gibi.
Attila bilirdi fazlasını, bir de kendi Togaylarıdır,
Aşkın nasıl işlendiğini, işlenir gibi sedef.
Tükenmez bir rüzgârdır, Moğol’dan gelendir,
Kanlı serpinti, serpilir Kafkas’tan aşağı.
Bugün Telafer’de nitrogliserine gömülen,
Belki uğuldayan halk, belki daha zorlu bir alpo,
Belki de burgaca giren akıncı birliklerdir,
Onun da hoş bir kalbi vardır, çağlarca gizemli.
Eski adanışların varlığı yüze vuran ateştir,
Görünmez yetkinişle boşalmış sözün dizgini…
Gel biz yine ölümün ölümünden doğalım.