Büyük İnsanlığın Şairlerine Çağrı!
I. Dünya Savaşı’nın en kanlı günlerinde, Nazi orduları bir Rus şehrinde en az 1,5 milyon insan öldürdü. Aralıksız bombardımanlarla yıkılan ve suyu, ikmal yolları kesilen şehirde halk kahramanca direniyor, fakat gücü de tükenmek üzereydi. O şehir Leningrad’dı. Kaynatılmış derilerden çorba içiyor, at, kedi, köpek eti yiyor, donmuş cesetlerden beslenmeye çalışıyorlardı. Halk ruhsal çöküntünün eşiğine delmişti. 9 Ağustos 1942 akşamı, birden Leningrad’ın cephe hattında yerleştirilmiş güçlü hoparlörlerden bir müzik yükseldi. Aynı ses Leningrad radyolarında çınladı. Shostakovich’e ait Leningrad Senfonisiydi çalan. Senfoni, provalar esnasında üç üyesi açlıktan ölmüş, geri kalanların da neredeyse ölmek üzere olduğu müzisyenlerden bir orkestra tarafından icra ediliyordu. Sanatın gücü, savaşçılar ve halkın ruhunda bir umut, cesaret ve irade patlaması yarattı. Hatta cephede müziği duyan Alman askerleri de etkilenmişti. Arkasından Büyük Zafer geldi.
Shostakovich’in Leningrad Senfonisiyle yazıldı öyle de okunmasını dilerim!
>Ey Şair! Büyük İnsanlığın Şairi, sözüm sanadır. 21 Mart Dünya Şiir Günü’nde Çağrım doğrudan senin kardeş yüreğinedir. Yeryüzünün bütün coğrafyalarında, insan ruhunun bastırılıp ezildiği, hayatının kuşatıldığı çağda senin eylemci varlığına sesleniyorum. Yürekten gelen bu feryada kulak ver, gönlünle dinle. Güzel dünyamız bu kez, algısı kolay olmayan örgütlü ve örtülü, açık ve sinsi ölümcül saldırılarla baş etmek zorunda. Bu kez saldırı dünya ölçeğindedir, savunmamız da dünya ölçeğinde olacaktır. Çevremiz dört bucaktan, dört koldan sarılmış. Bir yanda çürüyüp çöken Atlantik Sistemi ve öte yanda yükselen Asya Uygarlığı. Biz Asya Çağı Şairleriyiz.
> Bir Ergenekon’a kapatılmışız, bir küresel Kerbela! İnsanlık tarihinin böylesine tanık olmadığı bu kuşatmadan çıkış arıyoruz. Bir yanda içimize salınmış ve milyonlarca cana mal olan küresel Korona salgını ve insanı her dakika tehdit eden maddi kanlı saldırılar ve manevi dünyamıza karartan medyanın şiddet dalgası, öte yanda buna direnen büyük insanlık güçleri. Çökmekte olan küresel düşman, durduramazsak kendisiyle birlikte dünyayı çökertecek. Umudunu yitirmiş bir Şeytan’dan daha zalim ne vardır? Ey şair, hücre evlere kapatıldığımız bu ölüm kalım zamanlarında, yeryüzünün neresinde olursan ol, sözümü derinden duy, meramımı doğru anla, bütünlü kavra. Benliğinin aydınlığında bu avaza, bu kelama yer aç.
> > ANADAN DOĞMA ŞAİRİN GÖREV YERİ
>Ey Anadan Şair doğan! Sen doğuşunla birlikte, insanlık adına ortaya bir yetkinlik iddiası koydun, koymaktasın! Kişiliğinde yansıyan bu gücün evrensel değerini bil, boşa harcanmasına izin verme. Bunun için iradeni sağlam tut ve düş gücünü seferber et. Dünyanın geleceğini, “İnsanlığın hayal gücüne el koymak” isteyen Küresel Çetenin insafına bırakma. Onlar, 2020’de Davos Formunda ortaya konulan “İnsanlık İçin Yeni Rota”nın beş maddesinin en başında “Büyük İnsanlığın hayal gücüne el koyacaklarını” ilan ettiler. Senin Şair bilincinin buna bir tepkisi, bir diyeceği yok mu?
>Ey özlerin özcüsü, sözlerin sözcüsü, dillerin dilcisi Şair, derin bir soluk al ve nereden gelip nereye gittiğini idrak et artık. Kavganın boyutunu iyi kavra. Sen özgürlük savaşçısı şairler soyundan değil misin? Bunu derinden anımsa ve kendini kendi erdeminle sorgula.
> Dünya ilk kez bütün kıtalarında, bütün ülkelerinde, illerinde, ilçelerinde, köylerinde, semt ve sokaklarında, tek tek evlerine, odalarına kilitlenmiş, ölümcül bir yazgı, bir küreselci kaos karşısında çırpınıyor. Gezegenimiz gözle görünmeyen, fakat tehdidi yere göğe sığmayan biyolojik, sosyal, siyasal ve kültürel virüslerle boğuşuyor. Canavarların karanlık gölgeleri dünyanın üzerine düşmüş. Bu maddi, bu psikolojik saldırıları kaçınılmaz kılıp yazgıya bağlamak akıl işi midir? Büyük insanlığı hedefine koymuş, ölümcül darbeler indiren bu kara gücün kaynağını ortaya çıkarmak ve ona karşı savaşmak zorunda değil miyiz?
>Uygarlık tarihi boyunca biriken kötülük ile biriken iyilik bu kez bütün güçleriyle hesaplaşmaya durmuş. Kaçış yok. Son iki yüzyıl sonunda, toplu ölüm güçleri ile toplu yaşam güçleri nihai zafer için karşı karşıya gelmiş durumda. Ey Şair, demir dağlarla kuşatılan insanlığın çıkış yoluna yöneldiği günümüzde senin bir sorumluluğun, bir görevin yok mu, olmayacak mı? Ey Anadan Şair doğan, bu toplu yekinişte senin safın, senin sefer görev yerin neresi?
> > ESKİ KÖKLERDEN YENİ MUCİZELERE
>İnsanlık bugün, bölüştüğü ortak yaşama hakkını milyarlarca bireyiyle kurtuluş yoluna seferber etmiş, birlikte yürüyor. Bu kutlu yolda insanlar dayanışıyor, milletler bütünleşiyor, devletler devrimcileşiyor. Kanımızdaki, ruhumuzdaki bağışıklık sistemi ile milletlerin bağışıklık sistemi birbirini besliyor, ileri atılıyor.
> Ey Anadan Şair doğan! Baygın yatan gerçekliği uyandırıp kaldır. Silkinip kendine gelen gerçeğin kolları özgürlüğe uzansın. Durma, yaratıcı duruşunla devrimci mucizeni göster. Bunu en iyi sen yapabilirsin, çünkü bu görev için dünyaya geldin. Geçmişin ortak birikimi, bugünün ortak eylemine can bağışlamakta, sana zaferi müjdelemekte.
> Bu süreçte köklerin ne kadar derine inerse dalların o kadar yükseğe çıkar. O altın dallar güneş meyveleriyle yüklü. Evrensel gerçeğin özünü bugüne taşıyan köklerimiz ortaktır ve altüst oluş günlerinde o kökler ayak bağı değil, hayat bağlarımızdır. Ey Şair, hepimiz aynı hedefe koşan, aynı gökyüzü ile aynı yeryüzünün ana bir, baba bir kardeşleri değil miyiz?
> Gel gör ki, Büyük İnsanlığın şiir evine yolun düşmez oldu. O mabedin duvarından aşan erdemli sözler, insanın söz yetkinliğiyle insan özünü, yeryüzü hayatına mayalamaya devam ediyor. Pek çoğu benliklerini senliklerde eriterek, kendi adlarını meçhul kıldı. Onlar senliği çoğaltıp şenlik yapan Ata Şairlerdir. Halkların yaradılış, doğuş, diriliş, silkiniş maceralarını onlar dile getirdi, bize onlar ulaştırdı insan soyunun görkemini. Cehennem ateşiyle boğuşurken onların adlarını imanımıza işledik. Aşkıyla, kavgasıyla, umuduyla katarlanıp gelen insan gerçekliğini, zayıflayan insan ruhunu donatıp ayağa kaldıran atalar değil mi?
> Ey şair kalk! Kalubeladan beriye yürü de gel. Sümer, Babil, Asur destanlarından Aztek, Maya efsanelerinden geç de bu tarihsel akına yetiş. Türk, Çin, Rus efsanelerinden Hint, İran, Arap destanlarına, Gılgamış’tan Ergenekon’a, Oğuz Destanlarına, İlyada’dan Firdevsi’ye, erdem menzillerine uğra da gel. Sayısız söylenceden masala, ağıttan türküye dalgalar halinde sökün eden insanlığın kadim söz deryasını boyla da gel.
> Hitit’ten, Frig’ten ileri atıl, Romus Romulüs’ten geç, Konfüçyüs’ün Şiir Kitabı’ndan yüzyılları devire çevire, bata çıka, düşe kalka dağdan taştan aş da gel. Tibet’ten, Mısır Ölüler Kitabında çürümeye kafa tutan evrensel mucizeyi bil de öyle gel, bilgelik yüklü işinin başına.
> > ATALARIN HİZMET YOLUNDA GÖREVE
>Nasıl çıkarırsın aklından Homeros’un, Dede Korkut’un, Mütenebbi’nin, Laozi’nin, Firdevsi’nin hizmetlerini? Nasıl da unutuldu dağları taşları konuşturan insan dilinin ulu şairleri. Yunus Emre, Dante, Hayyam ve Goethe’yi yeniden aklına getir. Sen bugün ataların evinde oturuyor, onların masasında çalışıyor, onların kalemiyle yazıyorsun. Kardeşliğin şairi Sadi Şirazi’yi, derisi yüzülen Nesimi’yi, ipe çekilen Nefi’yi düşün ve darağacına başı dik yürüyen Pir Sultan Abdal’ı aklına getir. Sen de başını dik tut.
> Ey anadan Şair doğan, bu haykırış sanadır. Fakat senin bu uyuşuk, bu kırık, hatta bu kaçkın halin nicedir? Bu melâl ne melaldir? Bu aymaz umutsuzluk, bu bıkkınlık virüsü nereden, hangi kötülükten bulaştı kanına? Ölümle kuşatıldın, fakat bencil düşlerde gezmekten bıkmadın. Ruhundan vurulmuşlara, bugün gerçeği olmayan acılarla inleyip durmakta olanlara ne söylemeli?
> > VATAN ANADAN DOĞAN TESLİM OLMAZ
>Demek ki anadan Şair doğmak yetmiyor. Bir de Vatan Anadan dünyaya gelmek gerek. Bir de ülkenin dağından denizinden, ayından yıldızından, gecesinden gündüzünden, türküsünden ezgisinden doğacaksın. Yolumuzun yolcusu, işimizin işçisi, düşümüzün düşçüsü Şair, yeteneğin, göreneğin, yiğitliğin kendi toprağının eseri değil mi? Önünde dikilen Büyük Vatan kayasına tutun da doğrul, kendine gel. Haydi, o zaman kendi yurdunun gökyüzünü içine çek, güzelliğini göğsüne doldur.
> Şimdi durma, vicdanına gölge düşüren kara bulutu, dipten uğuldayan şiirin rüzgârıyla dağıt. Kokuşmuş bu karanlık gücün ayartmasına boyun mu eğeceksin? Vatan Anadan emdiğin iksirin gizemiyle göster cesaretini. Çağının çağdaşı Ata şairler Vatandan doğup onun özünden bağışıklık kazanmadılar mı? Onların kitaplarında hiç teslimiyet yazdı mı? Mücadeleye girişirken hiç çekindiler mi, duraksadılar mı? Atalar zorluklardan yılıp yıkılıp kenara çekildi mi hiç?
> Sürgünde can teslim eyleyen Namık Kemal, sultana teslim oldu mu? Puşkin ya da Mayakovski, Çar’dan korktu mu? Nazım Hikmet hapislerden yıldı mı? Lu Sün, Çin’in ortasında bayrak direği gibi emperyalizmin karşısına dikilmedi mi? Hint bilge şair Tagore İngiliz zulmünden çekindi mi? İspanya’nın coşkulu yüreği Garcia Lorca, Franko tüfekleri önünde türkü söyleyerek evrenle buluşmadı mı? Yunan direnişinde Yannis Ritsos, Macar özgürlük savaşında “Ulusal Şarkı”yı yazan ve savaş meydanında can veren Sandor Petöfi, faşizme karşı Fransız şiirinin kutbu Eluard ve sürgünlerde Nazizm’e meydan okuyan Brecht hiç kendini kenara çekti mi? Hiç!
> Latin Amerika’yı türküleriyle özgürleştiren Jose Marti, hiç nefsini kayırdı mı? Peki, ezilen halkın sözcüsü Perulu Manuel Morono acılardan yıldı mı? Ant Dağlarında özgürlük atını şaha kaldıran Neruda ya da gitarıyla faşizme meydan okuyan Victor Jara, bilekleri kırılıp kafası parçalanana dek, nefesinin son tutamıyla şarkısını sürdürmedi mi? Mehrdad Avesta İran Şahından korktu mu? Ya da Mahmut Derviş, Siyon-emperyalizmi karşısında bir adım geri attı mı?
Leningrad Senfonisi: https://www.youtube.com/watch?v=T5EaRTBtZTw