BOYUN EĞMEYEN ŞİİRLER
Büyük Vatanımızın başı dik olsun!
“Bugün ne mübarek bir gündür!”*
İbrahim Reisi
Göklerin alçalıp yerlerin yükseldiği ol ulu divanda,
Işığın karanlığı birbirine kattığı ol kahraman devirde,
Ben yararım dağı taşı belleri, konuşurum bülbül dilleri.
Mevzi menzil açarım yolunu kamunun ya hu ileri!
Gerilmiş yaydır kara kamu, ben atılan ol zağlı okum.
Sordum: Nereden gelirsin ey yiğit, nereye gidersin böyle?
Söyledi: Turnaların uçuştuğu yerden, Ankaların yanıştığı.
Sordum: Yerin yurdun neresidir, nereye ikmal edersin?
Söyledi: Aktığımı bilirim aşkla, bir de hiç akamadığımı,
Kollarımda ceylanlar parslar birlik uyurdu, daha dün.
Sordum: Kaç derya, kaç iklim geçtin böyle akaraktan?
Söyledi: Aklımda yok, aklım kuş gibi gezer Aksa’da.
Ellerim Filistinli bebekleri yıkıyor, Tebrizli melekleri de.
Sordum: Ne iş yaparsın ey adanmışların şehit oğlu?
Söyledi: Mısır diyarına sultan ettiler de, iyilerim göçtü.
Sordum: Nereden aldın bu görevi, ölümü hayat bildin?
Söyledi: Hacı Bektaş derler, bir ulu kişi, taşır bin ulu işi,
İlle de Asya’nın Erenleri, Kırkları, kutlu dervişleri.
Vardır duymuşluğum, görmüşlüğüm, adanmışlığım da:
Nişabur yolunda giyindik biz, yakasız gömleği ikiz.
Sordum: Aç mısın, tok musun, ey yiğit hele gel beri!
Söyledi: Bir oturuşta yedi ejder yemişim, yedi daha yerim.
Sordum: Yakın zamanda hiç yediğin oldu mu ey Kulhu?
Söyledi: Siyonistlere sorun derim, onlar iyi bilir bunu.
Sordum: Nereye gidiyorsun böyle melül, böyle celil?
Söyledi: Ölmüştüm, mezardan az önce çıktım, işim çok.
Sordum: Ey yiğit nereyedir bu gidişin, denizler arası?
Söyledi: Niyet ettim kartalların, şahinlerin gittiği yöne,
Sen de ki, büyük insanlığın yöneldiği o kardeş Kıbleye!
Sınıfsız, sömürüsüz ülkeyedir yolum yerden göğe:
Yeteneğe göre üretildiği, ihtiyaca göre dağıtıldığı yere.
Sordum: Ayağında ayakkabın da mı yok ey Reisi?
Söyledi: Çizmelerim vardı, Kudüs duvarına bıraktım.
Sordum: Sırtında kaputun, gömleğin hani, böyle üryan?
Söyledi: Yemen’de, Tahran’da şehitlerin altına sermiştim.
Sordum: Başın açık, bedenin, baldırın çıplak ey garip?
Söyledi: Eynime giydiğim ateş gömleğidir saf ipekten.
Üryan geldim üryan giderim ben, rüzgârım pek eser!
Sordum: İşin gücün nedir ey Reisi, bir daha söyle bize?
Söyledi: Küresel Kerbela’yı yarmak için görevliyim.
Sordum: Zalimin kuşatması öyle kolayca yarılır mı?
Söyledi: Yarılır! Yeter ki beşerin başı sıkışsın iyice bir.
Bir de demir dağları eritmektir işimiz, çıkış yolu için.
Sordum: Yakın zamanda hiç dağ erittin mi ey demirci?
Söyledi: Erittim! İnsanlığı bin kez yerden kaldırdım hem.
Ama ben bilirim dağları oynatmanın önünü ardını.
Yeter ki yürek iyi harlansın, akıl iyi işlesin hakça hele bir,
Kaynayan kazanda sıkışan ırmak, infilak ederdir.
Hele devri gelsin, devirir nice rezil çağı mazlumun çarkı.
Sordum: Tek başına mı çalışırsın, adamların yok mu?
Söyledi: Bakma tekliğime, içimde mahşerler kaynamakta,
Yerlerden göklere dek, her varlık her nesne yoldaşımdır.
Sordum: Namını bağışla ey yolcu, kim diyelim çocuklara?
Söyledi: Bir şey demeyin, bizlerden biri deyin, onlar anlar.
Sordum: Adını bağışla ey garip, kim diyelim çağlar aşana?
Söyledi: Bir nefes Yunus deyin esti karıştı deryaya hu,
Dilerseniz Hüseyin deyin, Firdevsi deyin, Mecnun deyin.
Aldı Haydar, boyun eğip ulu Şuara’ya, bakalım ne dedi:
Mazlumların Reisi’ne Selam olsun, rahmet bulsun,
Büyük vatanın başı sağ olsun, düşmesin hep dik yürüsün.
Şehitlerin naraları Zağros dağlarını tutsun, bürüsün,
Kardeşliğin yollarında yürüsün, Asya’nın piri İbrahim’i.
* Elim kazadan birkaç saat önce İbrahim Reisi’nin barış
antlaşması yaptığı İlham Aliyef’e helikopterine binerken
söylediği unutulmaz söz.