Kasım Süleymani Destanı

Şiirler

BOYUN EĞMEYEN ŞİİRLER

 

Büyük Vatan Komutanı

Kasım Süleymani Destanı

“Olmayacaksa İran, olmasın benim için ten,
Kalmasın bu topraklarda tek canlı beden.”
Firdevsi (1020)

SUNUŞ

Senin adınla başlıyorum, Çobanyıldızı’na nur veren,
Gecenin ve gündüzün ereni, ilahi kudretinle ben,
Yürüdüm harlı yüreğin masumiyetiyle söz kutbunu.
Senin biliminle giriyorum yola, aklın ölümsüz özüyle,
Yağış olup yağan adınla denizleri doldurdu şanın.
Yürüdüm dipsiz gökyüzünü, yıldızla süslenen şenlikte,
Çocuk gözlere oyuncak görünür büyülü seyyare.
Cümle âlemin sığdığı gözbebeği de gördü devri elemi,
Dağlar feryat eyler, dönen çarklar duruverir senlikte.
Aşka gönül verenin avazı deryada boğulup dirildi,
Kalkıp geldi destanlardan, bize gönül verdi gül atan.
Asya’nın bir ucundan öbür ucuna açıldı kollarım,
Gel ey dost, bilim ikliminde kucaklaşalım ya hû ile.
Işılanıyor Kudüs’ün kararmış ruhu, çerağları yakadurun,
Bozulan hukuk saatinizi hakkın tecellisine kurun.
Çağı karanlık bastığı vakitte, kılınan güne eyvallah,
Dediler ki Süleymani Kasım’ı vurdular, selâma durun!

ADANIŞ

Dedim, anadan şehit doğanı öldüremez füzeleriniz,
Boğmuş çünkü nefsini ol Muhammed gibi ilahi beşikte.
Öyledir, ırmağı boğamazsın, yangını yakamazsın,
Kutlu turna aşar gök eşikten, döker kanını geri döner,
Hakkın kararı Şiraz üzümlerinden tatlı gelir bize.
Bir daha dedim, adanmışlar kamu âlem üzere sağdırlar,
Toplansın gelsin cümle kelam, insan dilinde ne varsa,
Ne yoksa, yalın deyişler yıldırım gibi çıksın ortaya.
Övgü ateş gibi sel gibi toplansın, şimşek gibi bugün,
En kesin eylemler en etkin sıfatların varlığıyla.
Yiğit gibi, ana gibi adanmış Aliyyül Murtaza gibi,
Bugün ortaya çıkma vaktidir Kirmani yiğitlerin.
Türkçe konuşur, Farsça dinler, Arapça anlarız biz,
Kalbimiz anne, aklımız valide, duygumuz mâdar’dır.
Gideriz öyle Karadeniz’den Umman’a dalıncaya,
Dilim döndüğünceye öveceğim oğullarını ey kutsal ana.
Dost düşman kimse, çıksın konuşsun orta yerde,
Adadı canını mazlumun kurtuluşuna, ol gizli mana!
KARŞILAMA

Hoş geldin ey Fars’ın, Arap’ın, Türk’ün dirilişi,
Gel ey köylü balası, ellerin topraklı, boynun yaprak.
Beri bak Tebriz’in, Bakü’nün, Trabzon’un derilişi,
Gel ey Tahran surunun yekinişi, âlemler görsün seni.
Ariflerin gönlü sarayındır, köşen neşeyle döşeli,
Kalbin arz cevherinden senin, ey kardeş Süleymani.
Yürüyüp girdin kendi ayağınla Şeb-i Arus bahçesine,
Gelmişiz kadim maceralardan ölümüne dirimine.
Sen koruyucusu süt çağı ceylanların, yavru parsların,
Muhafızı sen insanlığın, fedai ihtilallerin yettiği.
Kurtardın kahır fırtınasında feryat figan ol canları,
Gözümüz başımız üstüne, gönüller Cenneti senindir,
Boğuşa boğuşa Asya’nın bilge halklarıyla birlik.
Dirlik için dağıttın çakal sürüsü gibi Şeytan çerilerini,
Güngörmüş ellerin tutuyor elini yetim bebeklerin,
Yemen’de, Beyrut’ta, Filistin illerinde amelin.
Cennet vadilerin ipek yürekli komutanı, hoş geldin,
Huşu gözleri kara gecede ışık oluyor körlere.
Yığdın mülkünü Asya ambarına, elif lam hû aldın,
Ha verdin, yüz bin yıldızla yere serdin haktan geleni,
Bir devranda döne kaldın gönül pervanesinde.
Aynı anda Kudüs’te, Anbar’da görünen değil miydin?
Ezelden karışmış ölümsüzler arasına şehit servetin!

SÜLEYMANİ

Söze tutmayın, alayım da rızanızı gideyim, ey yâren,
Soğuk suyla yunup yetişeyim göksel kervana.
Nar çatladı, Gülistan’da gün süt gibi ağarmaktadır.
Yolumuzu gözlüyor ekmeksizler, hak hanesinde,
Çağırıyor Firdevsi, öncüler divanı yola çıkmaktadır.
Gidip ekin biçeyim, harman edeyim gök hasadını,
Buğday öğüteyim, göğsümün değirmen taşı dönsün.
Aksın çağın oluğundan ak un, karnı aç uyuyana,
Tutmayın yasım, bir garip deyin, be’nin altında nokta.
Zerrece bir imdir dünya, çizilmiş divit ucuyla,
Oluklardan akar tükenmez, benliğin cevheri ol ırmak.
Beni bilme, ellerimi tanı, geç teni, sendeyim bir solukta,
Doyurayım özgürlüğe, mutluluğa halkı her darlıkta!

FİRDEVSİ

Alevden gömleğe sarılan, gününe yüz bin er düşer,
Sandığa mücevher koysan Kasım ona bir güher düşer.
Zal’dan aldım namını, ol destan ki, hedefi bilir,
Tahran’dan atılan ok, uçup zalimin kalbine düşer.
Verin sala mı da kırklar meclisine vara gireyim,
Diz çöküp öpeyim ana ayağını, rûzigârı merdan ile
Bilinmeyeni bilip bildireyim İran’a, Turan’a.
Zalim yitirdi davasını, yeniledi de ciğerini mazlum,
Hem sakidir, hem bakidir, hem nuru ilahi haksa,
Taşmaz bir damla gözyaşında, yedi derya çalkansa!

HAYYAM

Ağlayıp sızlanıp iç geçirip durmayın, kardeşlerim,
Her zaman şehitle doludur Tahran, Tebriz ve dahi Asya.
Zaman ha bir saniye, ha bir tükenmez şahı devrandır,
Bakmayın yiyip içtiklerine, yürüyüp gezdiklerine,
Varlığı varlığa bağlayan yiğit, kıldan ince sırattadır.
Bildiğin zamanın bilmediğin günleri hesaptayız,
Sakin günlerin sade hayatlarını taşırız, halk gönençte.
Bildiğiniz acıların, bilmediğiniz bir neşe kitabı var,
Orada duyulur düşüp kalkmanın yürek atışları, anılar.
Okuyabildiğin senindir, anlayabildiğin bizim,
Yapabildiğin hepimizindir, vuruldu Levhi Mahfuz’a,
Bak kardeş kırıldı dizim, kapının önünde dilsizim!

ATTAR

Zamanın omuzlarında ölüm kalımına yurt kurdum,
Fars diliyle yundum, Mantık al-Tayr nutkumdur,
Gözyaşı ile gök yağış arasına berk olup dik durdum.
Hayır biz, acı meyveyi yeriz tatlı tatlı, hayradır,
Kartal çöle kanat gerer, âşık canını kayırır mı hiç?
Sonsuz emek, bitmeyen rahmet, tükenmeyen selamet,
Bir yanım Akdeniz aydınlığı, bir yanım kara Lût.
Her şeyi unut, gel sen Süleymanı Kasım’ı kalpte tut,
İçim dipsiz sır kuyusu, dışım sonsuz bilgi dağları.
Dante’nin Cehennemi üstündedir elbet yaralı Kudüs,
Gömülecek oraya katil sürülerinin kirli bedenleri,
Sultan Süleyman’a kalmadı dünya, çünkü çocukların.
Şavkıyıp Yedi Sema gürledi ki ey kuşların serdarı,
De ki, yoluna uçtuğunuz göğe muştu götürür,
Kalbe gitmek isteyenin yolları kıssadan kısadır.
Beyaz Saray morgunda yatar bir rezil şakiyi şerefsiz,
Hava, ateş ve su ve toprak asi, isyan şerefimizdir.
Uçan taş, düşen kuş kendinden emin emekler,
De ki, mazlumun zerresi zalimin sıra dağını devirir,
Maddenin dili mana çiçeği açar, ol maniyle yer iniler!

SADİ

On sekiz bin âlem bir sırça kadehe dolsaydı, dedik,
Al tan Şirazi bahçede güneş gibi doğsaydı, dedik.
Halk daraldı ey dost, gün karardı, eriş boz atlı Hızır,
Yüzyıla nazır, kâf’tan kef’e hazırız dedik.
Yol bulur lamelif varır hedefine, elifin hecesinden,
Namına Cemşid derler Süleymani çıkagelir, dedik.
Hey gidi, bir katreye acun sığdıran, sonsuz halk:
Korkaklar, alçaklar kına yakar, yiğitler tutar yasın,
Yeki bud yeki nabud, ol namı mabut, dedik.
Çıkıp geldi anda, diz çöküp bir ananın ayağın öptü,
Yüz nurun yere sürdü, yer şenlendi nicesinden.
Gel ha gönül havalanma, der köylünün biri,
Elinde ekin bağı, bağlar yüce arzı engin yazılara!

HAFIZ

Üryan geldi, yine üryan girdi şehri şehadetten içeri,
Gördüm yüzünü orda asil komutan, nur hanesi.
Çehrenin halesinde görüldü kanat kırılışının sesi,
Hâlık ile mahlûk, rezzak ile merzuk, hak neyse,
Perdenin arkasında görünür sana yeni sahnenin sırrı.
Şahmeran Şeytanı gördü, anında yuttu zalimi,
Öylece helak olacak, dürülecek ol devletin defteri.
Zamanın yayından fırladı gitti fedainin serdarı,
Kalubeladan beri bak, duyulur Mansur’un derin zârı.
Nasıl başını koyup omuzuna yaslanırsa bebek,
Haber uçurun Kasım’a, bekliyor uçmakta cananı,
Buluşmakta, vatanın birliğinde iki baki yürek!

SÜLEYMANİ

Övmeyin beni, yoldan eylemeyin, işim aşkındır,
Eyerleyin kır atımı da uçurayım özümü şahlar şahına,
Götüreyim de kendimi, kendi içimde iki cihana.
Bineyim de varageleyim kardeş kıblesi Şerifi Şam’a,
Dalıp çıkayım Karadeniz’den aşk Umman’ına.
Gideyim de taht kurayım gök katında yüce insana,
Alayım mazlum hakkın Kudüs’te, Bağdat’ta,
Varayım da Yemen’e su vereyim Ma’rib yetimlerine.
Acelem var ecem, gideyim de hizmet edeyim,
Doldurayım kalp camını aşk lavıyla, derviş Yunusça.
Düşman uçakları bomba yağdırır boşu boşuna,
Tene değse cana değmez, şükür ol canımız sağca:
Bir yanımda El Mühendis, bir yanda Rıza Cabiri can,
Yağdı gazel, gelinin başına zer nasıl yağarsa,
Ulular sığmaz cihana, biz sevgilinin avucuna sığarız.
Vara gideyim, Asya turnasıyla katılayım katara,
İçip kızılcık şerbetimi, huşuyla kavuşayım ol yâra!

HAYDAR

Cinayeti gördüm, Bağdat havaalanı radarıyım ben,
Üzüm bağları gördü, saçları örgülü Basra kızları gördü.
Cinayeti gördüm, ben Kasım Süleyman’ın bağrıyım,
Gelin kız gördü, kara zülfünü kara ipekle ördü.
Taşkent minareleri inledi, Tac Mahal’in kubbesi ah etti,
Babil’in asma bahçeleri bir bir yaprağın döktü,
Mescidi Aksa’da secde-i huzura çıktı yedi kutlu can.
Yağmalanan Bağdat müzesi gözü yaşlı boynunu büktü,
Apaçık gördüm, gösterdim bu alçak vahşeti, dedi,
Gök tanrı Anu kızdı köpürdü, Gılgamış yere tükürdü.
Ben Firdevsi kalemiyim, aşk mürekkebiyle dolu,
Çektim kalbime Hazar’da çalkalanan elemi, kederi.
Gece kuşu gördü, ben Hayyam’ın gözüyüm, dedi.
Dört büyük kitap gördü, Mezarı Şerif’in mavi çinisi de.
Attar kucaklayıp kaldırdı yerden ışığın gövdesini,
Duydum dedi Sadi, kumru sordu onu. Ku ku! Kuku ku!
Hafız gördü, Lisanül Gayb’ın gazeli nerede, dedi,
Kundakta bebek gördü, gecenin uykulu gözü de gördü.
Şehadeti gördüm, ben Yunus’un gören eliyim.
Şehit alayları giriyor gönül kapılarından, topyekûn,
Selamünaleyküm ey kutsanmış emek, ve aleykümselâm:
Kelamını içine çek, hakikat zikriyle badeyi doldur,
Mazlumun mecbur diliyim ben, Kasım de, orda dur!

 

NOTLAR
Aliyyül Murtaza: Enbeğenilen, Hz. Ali.
Mâdar: (Farsça) Anne.
Şeb-i Arus: Düğün gecesi, Mevlana’nın vefat ettiği gece.
Zal: Zaloğlu Rüstem, İranlı destan kahramanı.
Levhi Mahfuz: Allah’ın takdir ettiği şeylerin
yazılmış olduğu, korunmuş levha.
Mantık al-Tayr: Kuşların Dili, Feridettin Attar’ın eseri.
Yeki bud yeki nabut: (Farsça) Bir varmış bir yokmuş.
Hâlık ile mahlûk: Yaratan ile yaratılan.
Rezzak ile merzuk: Rızkı veren ile rızık verilen.
Kâf’tan Kef’e: En sertten, en yumuşağa
Mezarı Şerif: Afganistan’da Hz. Ali’nin mezarının
bulunduğuna inanılan şehir ve camisi.
Lisanül Gayb: Bilinmeyen, gizli dil.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir