DOĞU TABLETLERİ
Kırk Üçüncü Tablet, At
Kayıyor altımızdan ulu çayır, basıyor üstten gökbayır,
Her dalış ecelinedir, yakınımızdadır her varış.
Uzattık boynumuzu Asya kepenginden dışarı:
Bir kişneme boyunda geçtik Siriderya’yı ve kardeş Hazar’ı.
Aktık dağların yarıklarından kıvrılarak,
Koşumlarımız sıkı ve dişlerimizin arasında sadakat,
Bir saatte iki kez patlıyordu ardımızda güneş,
Altımızda ters akıyordu gümüş ırmaklar, dörtnala.
Haydi, gözlerini kapat, boynunu boynumun üstüne uzat:
Şahdamarın duysun atışlarını şahdamarımın.
Borcum ağır kayadır, yüküm kuş kanadından azat.
Ayıtıp götürüyor halkı, akıtıp götürüyor ana avrat!
Beni Altaylar’dan Bursa’ya at! Bursa’da yeşil bir bahçeye!
Aştım taş kapıları, yıkılırken imparatorluklar,
Kendi adımla inip geldim atlastan, tam yedi kat kısrak,
Rahvan indik yedi asırda yeraltına, yedi yüz at!
Doğduğum güne ant olsun! İndik ateşin inine ölüme inat:
Yangından sıyrıldım çıktım, soyum gelir alaygırlar soyundan.
Adım Kırat! Apak kızım. Gözlerim iri yakuttan iridir,
Anam Poyraz, babam Karayeldir, atam Yıldız…
Dizginleri bırakırsan ufuk boşalır, yeryüzü düpdüz olur,
Dizginleri çekersen, toynaklar Meriç suyuna gömülür,
Köpük basar Makedonya’nın kiraz çiçeği dudaklarını.
Çalıyor Manastır meyhanesinde ağır bir ud:
Geçilmez gece aysız, büyümez çocuk taysız!
Kişniyor kapıda yağızat, gözleri buğulu, sinirleri hoyrat.
Sevgilim beni unut, her şeyi unut: Yeminini unutma!
Dönenlere kulağını kapat, aklının kilidini açık tut!
Kılınç ha parladı ha parlayacak! Şavkı gözümü yaladı.
Ay bedir, gün bedir, kardeş, bu ışıldayan nedir?