DOĞU TABLETLERİ
Kırkıncı Tablet, Hz. Muhammed
Mecbur doğdum. Kuma serili sert bir döşekte,
Hurmaların yüzüne renk düştüğü ışıkta,
Doğduğum gece boğdum nefsimi, ilahi beşikte.
Allah’ı gördüm. Abdullah’ı görmedim. Amine hayaldedir.
On yaşımda karıştı uykuma Babil ve gök burçları,
Ne haldedir şimdi Yemen’in yetimleri, açları?
On iki yaşımda uzaklardaki Bahira’ya gittim ve din,
Dinlenmedim bir an bile, yoksullara yetişmek için.
Bir gecede geçtim Cebel’i. Endülüs ve Sevilla ve din,
Dinmedi ağrım ne Mekke’de, ne Medine’de…
Yürüdükçe arttı beynime yürüyen kan ve kelâm ve din,
Dingindi çöl, dingindi döl ve dingindi kervan…
Safa tepesine çıkıp haykırdım Mekke’nin boş kafasına:
Ayağa kalk! Ey örtüsüne bürünmüş temiz halk!
Aşkın reddinden başka varlık kalmamış burada ve din,
Dinledim göğün inleyişini, yerin dillenişini,
Ayaklarımın altına seyirtti Hıra. Dudaklarım hararette.
Ikra bismi rabbikûm! Okudum isyanın ateşiyle.
Ağırdır emanetim, çekemezsin! Üç yüz deve yükü kadar.
Ikra bismi rabbiküm! Okudum ölünün nefesiyle.
Dil döndükçe yıkıldı zulüm, doldurdu hendeği külüm.
Ikra bismi rabbiküm! Okudum karıncanın sesiyle.
Okudukça yayıldı kıtaların damarlarına gıda,
Okudukça açıldı gözleri uyutulan çocukların…
Allah nurdandı. İnsan çamurdandı. Kâbe taştandı.
Ama siz altına büründünüz, secde ettiniz uygar putlara,
Tanrı’ya teslim olduk, dediniz de alçaklara eğildiniz,
Salya sülük bezirgâna kandınız, yandınız!
Onun dostu puşttandır, kurusu yaştandır, yüreği haçtandır:
Boynunda hurma lifinden bükülmüş bir kement,
Amerika’ya kadar gider de Erzurum’a gidemez, neden?
Teksaslı çavuşa güvenir de Mehmetçiğe güvenmez?
Birden gürledi Asya’nın en büyük oğlu Muhammet Mehmet:
Zalime uşaklık eden, zalimden dilesin medet!