Doğu Tabletleri, Ferhat
DOĞU TABLETLERİ
Elli Dokuzuncu Tablet,
Ferhat
Nakkaşım, kalemim aşk, gürzüm kamularcadır.
Hangi gürz? Hangi dilek yarar kara kayanın bağrını,
Hangi sevgi, hangi bilek, hangi dolu yürektir?
Dinler mi Ferhat’ın gönlündeki Şirin, aşkı darlığı?
Şahin kayası denen uzak mı uzak bir yerdedir.
Kayalar yarılır, yol verir mi akan suya şarıl şarıl.
Şahlanır elbet şiirin atları, katar önüne katarla ahları,
Hangi Ferhat, hangi Şirin ile girişmiştir savaşa?
Külüngün sesine tutunarak ulaşır âşık, maşukuna.
Aşığın dağları delen kazmanın türküsü, ürkütür cadıyı:
İster misiniz deli oğlan doldursun çanağa aydınlığı,
Bağlasın adanış coşkusunu aşk gibi ark boyunca?
Ferhat’ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara,
Bakamaz, yeniden doğan yatıyor yerin ana kucağında.
Atar kendini uçurumdan, atma dersin, boşunadır,
Cansız bedeni canlanır, bir çeşmenin iki oluğundan.
Su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, giden nedir?
İki seven genç yoktur artık bu dünyada, dersin.
Bir şaman, bir şair, nurlu şamdanlar tutarak eğilir,
Uçmaktalar bebeklerin can ışığıyla, gönül uçurumu.
Yeryüzü ota yemişe bürünmüştür kendi dalında,
Işık doldurmuş karanlık çukurları yayılmış düz ovaya.
İnsan ölmez, çünkü Ferhat ile Şirin subaşında:
Aşk odur ki kardeşler, adarsın tatlı canı ol kamuya!