Doğu Tabletleri- Bedrettin

Şiirler

DOĞU TABLETLERİ

Yetmiş Üçüncü Tablet,
Bedrettin

I
Dinleyelim Bedrettin şarkısını, gelir Varidat ile dirilir
Birden doğar kalplere, dolar gönüllere aşk bilgisi.
Dil ağlar, göz söyler, söyleten kim, ya hayat kimindir?
İyilik ve kötülüğün, varlık ve yokluğun bilirkişisi,
Batıl da hak da varlıkta, savaşırlar ol cevherin karnında,
Çürüyen yıkılır gider, ileri atılır hak, hayat yenilenir.
Kâinat yankılanır bende, erek Tanrıdır, yanmalı bilerek,
İsyan ateşe dayanmaksa baş verip yapman gerek.
Ayaklansan kimya ilmi, halk işini hak eyler, senim ben,
İnsan kim, ya dünya kimin, nereye yığar balını incir?
Değil o, paylaşırsan genişler arz, gökyüzü bütünle tümdür,
Büyülü işlerin, uğraşların, emeğin rüyasıdır gözlerde.
İçerde gizli hazinenin esrarlı nuru, fitili anda tutuşturur,
Ol diyen görür, maddenin sırrını yine madde öngörür.

II

O cihan yürür bu cihanda, Rabbi, ölümde arayan ölür,
Hünerin içinde varsa hayat, sunuldu sana Varidat.
Bir huzursuzluk geldi Şeyhim ve kâinat dayattı kendini,
Söyle, canlar kimin evvelinden halk oluyor da,
Söz dönüyor, kelam kıvranıyor, zerreye zerreden inat.
Dirilmez ten, diridir can, sen sözlerimi avlamaya bak,
Ne var ne yok diye sorduysan, yanıtı açık, tabiat.
Çünkü en mükemmel madde orada aldı sorumluluğu.
Sevginin özüyle özlendi, günün işleriyle işlendi,
Ulaştı bir özden bir öze, insana teslim oldu cümle kainat.
Ölümsüzdür İsa’nın ruhu, ezelden ebede hep ayakta,
Ancak öldü İsa’nın bedeni, kimya ilminin yasasıyla.

III

Edirne yakınlarında bir demde, kiraz ağaçları kızıl kızıl,
Lakin payitaht kan seviyor, kan kokuyor zaman.
Göçmen kuş cennetidir Simavna, duru göl gökyüzünde,
Olup bitenden haberli yeşilbaşlı gövel ördek Kızılbaş,
Bendinden taşan Rum balıkçı, mayalan Türkmen arkadaş.
Atamıza ata Keykavus’a varır, daha geri gider talan.
Anacığı Rum asıllı ak elli, masivadan Muhammed’e gelir.
Musa Çelebi, de bana, felek niye döner, o da mı asi?
Nedenler çok, pek çoğu dil bilmeze, hal bilmeze seslenir.
Bir de yerinde duramayan maddenin macerası ki,
Mevlana Yusuf öğretti encamını kendi ilminin ilminde.
Kaç kez göklerde gezindik efendim, unuttum, inan olsun,
Mazlum devirdiği tahtlara basarak dönedura yükselir.
Dur hele, Mevlana Feyzullah konuşsun, sözü yeğcedir,
Bedrettin, gül yağı sürdü şakaklarına müritlerin.
Dedi, nasıl kar kürenip yol açılırsa, zulmü öyle küreriz.
Dedim Şeyhim, nurdan yaratılan iki kuş nedir?
Buyurdu Varidat, biri bilimdir, öbürü yaratıcı sanat.

IV

Geldi bir dem, sokuldu bağrımıza cümle âlem,
Dayandık bir çıkış kapısına ki, altı yüz yıl aktı elem.
Bir daha zuhur eyledi Bağdat’ta, Şam’da zulmü zaman,
Söndü kara şamdan, aydınlatalım günü ellerimizle,
Ellerimiz gönüllerimizdir bizim, gönüller rahman.
Durdurup bir an gideni ve elbette cismi canı adayanı,
Dayatır kendini, dedik ortağız, aynı topraktan insi cinsimiz.
Ekini biçen orak, demirini döven çekiç, sapındaki el,
Kamunun hünerli elidir, aynı kalp atışıyla duyurur kendini.
Türkmen yahut başka bir din, başka bir meşrep,
Musevi, İsevi, Muhammedi ya olsa la dini, kalptedir ilmi,
Aşar haracın, zeametin, zulmün kalebendini.
Musa Çelebi devletli yürek, batini taştan mendirek,
Öyle ki Bedrettin Simavi Müeyyed’le çekilip gitmişler idi.
Heder olduk sağlandık, her ölüşle geri geldikte,
Türkoğlu Timur otağında nice fars âlimi kalem kuşanıptır,
Aksayan ne buldun bilgelik teklifinde, tüze sahibinin?
Kardeşler vardı içte, savaş meydanında saf değiştirenler,
Kalleşlik dersen, bunun başka adı yok, cezası malum.
De bana ulum, değmez elbet, ancak iktidar tatlı meyvedir.
Bedrettin baktı gözlerinin içine yorgun Timur’un,
Dedi: İktidar tatlı meyveyse, meyveyi veren ağaç nedir?

V
Şana eyvallah, lakin Kayı düşmanlığı nedir bugün,
Bu ata nefreti, bu batı ihtirası değer mi Ertuğrul iklimine.
Türkmen kiliminde bu aykırı atkılar, düğümler niye?
Bizim gönül birliğimiz bütün, iki dünya bu dünyada akar,
Pazarlarda elini yakar tuttuğun gül, bu ne telaş?
Mevlana dergâhında taş avluya düştü sırça, döndü asır,
Kendi etrafında döndü, çıplak dalda sülüs elif gibi sır.
Vurdu yolunu Tire’ye, asi düşmüş Börklüce candan hıraş.
Musa yoldaş yenik düştü, aldık İznik’e sürgünü,
Ver elini Torlak, sana Kemal diyorum, adını yiğit bildim,
Almadık bin akçesini iktidarın, bin dört yüz on üçte.
Dedi ki, derman insanda, insan yine insanla kurtulur.
Organlaş ey halk, çünkü birleşen canlar hür olur,
Ayağa kalkmak insana ahirdir, yoksa sana ahırdır cihan.
Eyvah, yine vahiy mahkemesi kurulacak Gazali’nin,
Yürü Mustafa’m, yürü Börklüce Aydın’a, Karaburun’a,
Esrarı sırra inanmayız, lakin şerri getirir şirreti.
Kendimizi vurduk, birden bir ihtiyar gemiyle durduk yola,
Bulundu dedem Rumeli vatanında, yahut Silistre’de.

VI

“Yarin yanağından gayri her şeyde, hep beraber,”
Diyenler, geçirildi gaspın, talanın, yağmanın kılıcından,
Kılıcın sapında Osmansız Osmanlı’nın cansız eli.
Belli ki biçilen mülhit mürit değildi, kılıç ışık ağacını biçti.
Börklüce: Direnişi dağın, böceğin kuşun can günü,
Duyuldu ünü, Dede Sultan: Şahadeti çiğdem çiçeğinin,
Yaseminin dilsiz dillenişi der ki, geliyorum büyük kapıdan.
Kapandı gözleri, yaraları açık, göründü hakikat yolu,
Yoktur yoldaşım dedi Torlak, senin bildiğin o behişt.
Bir daha dedi, bir Tanrı var, canlar onunla birlik,
Yaratan da, yaratılan da birbirinin içinde ulu beylik.
Manisa gözyaşı döktü, fakat ağlamadı önünde zalimin,
Açılan kitap kapanmadan öylece yerde kaldı…
Çivilendi çarmıha hem yıldızla hem kutsal hilalle.
Karınca duydu sesini, arı inledi: İriş Dede Sultan iriş!

VII

Şeyhin yüzüne bakan hünkâr, berk aldı sözünü,
Kaçmak istedi kaçamadı, kaçırdı şavkından gözünü,
Devlet hukuku yetmedi öz kardeşini boğdurana.
Deliorman’da kanatlanan, kardeş meşeler devrilirken,
Fetva geldi Fahreddin-i Acemi’den, hukuk karardı,
Gözlerinin ışığı kamaştırdı vicdanını müftünün.
Malı haram, canı helaldir dedi, döndü yüzsüz yüzünü.
Karartmış softalık özünü, devletin altındaki bataklık,
İyiliğin ve kötülüğün sahibi aynı kişi, aynı varlıkta hiçlik.
İşi gücü elinde tutan, ölüm ve yaşamı sunan kim?
Bahçeye çıkar gibi düş âlemine çıkar, elleri güllü,
Kapıdan girer gibi aklın evine girer, kendine döner.
Rüzgâr da dönüyor Serez çarşısını köşe bucak,
Bir gâvur bıçak dalmış yoldaşlar arasına vur ha vur…
Trakya bağlarında üzüm tarhları kıvranarak uluyor.
Hal ve gidişi böyle celallendiren nedir, ey kirişçi,
Saray dönmeleri, ihanet yuvaları hıncını alıyor demek,
Haydi, kıvrak tutun ipinizi, bulabilirseniz asın beni.

VIII

Serez’in pazar yerinde, korkarak, yavaş sesle çiseleyen
Yağmur, çevirdi bir ince kara, gece güne devrilirken.
İpekle dâra çekilen, kaldırdı arşıâlâya dağı taşı.
Yağıyor Türkmen eleğinden akbuğday unu gibi kar,
Hece hece yağıyor efkâr, bilgemizin çırılçıplak etine.
Ağıyor aklın mabedine ruh, teninde buhurdan gibi tüten,
Basıyor erk mührünü Mansur gibi, ölüm tezkeresine.
Kar yağıyor ince ince, yağdıkça eşitliyor aşk mülkünü.
Kar yağıyor elif elif, doğacak güneşlerden mükellef,
Madem çıktı us milinden tekerlek, Yunus’a isyan gerek.
Er geç kurtaracak yakasını hak, vahşeti mevcuttan,
Avlarken avlandı çarkıfelek, birleşti vahdeti vücut ile tek,
Örttü kardeş bağını kar, çıplak dalları, kesik başları.
Seçilmiyor artık şehidin sallanmayan gölgesiz gövdesi,
Yok oldu, eridi içinde şeker şerbet bir külek sütün.
Ulaştı tanrısal öfke Ağaçdenizi’nin tutuşan bedenlerine,
Kadı asker, kul değil hâşâ, kül çıktı huzura dimdik,
Maddedeki nuru, nurdaki maddeyi elimize alalım dedik.
Kar yağıyor ince ince, yağdıkça inliyor arzın ruhu,
Donup kalıyor hümayunun debdebeli saltanat hukuku.
Kar yağıyor ali ali, nefessiz nefsine Ali Osman’ın,
Yağıyor karanlık felsefesine, yağıyor mürted ve mülhit.
Doluyor anbean benim diyen, bende diyenin can kafesine.

IX

Kar eridi, dar eridi, ahuzar eridi aktı, kalktı öldü denilen,
Ezildi tarihin tunçtan teknesinde çağlar canhıraş.
Vuruştu kıtalarca, yaşamın türeyen ile çürüyeni ve illa,
Battıktan sonra güneş, yine kan içinde doğmakta.
Asya’da görüldü basübadelmevt ve aklıselimin amentüsü,
Göründü pazar yerinde ipe çekilenin gerçek ütopyası,
Ortaklaş arkadaş, yaklaş yoldaş çağrısıyla geldi yan yana.
Batı deryalarından Doğu okyanuslarına uzanan safta,
Dikildi kötülüğün karşısına iyiliğin silahlı kadısı,
Dağlarda çağlayan keklik ile bildirildi hayatın türküsü.
Yuvarlandı taçlar tahtlar, sarıklar, kavuklar süründü,
Silkindi karanlık uykusundan, kadın erkek tüm muzlumlar.
Hüner elde belirdi, kelam dilde örüldü, canda eridi gül,
Korkmadan, yüksek sesle, bir yiğit haykırışı gibi.
Rahman eridi, Şaman eridi, coşup aktı soylar, boylarıyla,
Yeraltında yatan kahramanlar, doğruldu mezarında,
Toplanıyor bir daha Asya’nın inleri cinleri tan kapısında,
Altı yüz yılda gerçeğin kayasına kazınan çağrıyla.
Nasıl yükselttiyse Süleymaniye’yi özünden Sinan,
Öyle atıldı Yükselen Asya temelleri, Bedrettin şanından.

 

Etiket

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir