Yunus’u anlamak insanlığı anlamaktır!
“Gitti beyler mürveti, Binmişler birer atı. Yedikleri insan eti, İçtikleri kan olusar.” > Yunus Emre şiiriyle, felsefesiyle, 700 yıl öncesinden, insanlığın en ağır gerçekliğine ayna tutuyor. Ancak, bu aynanın yansıması, ışıkları bize kırık ulaşıyor. Çünkü Yunus’bir tek şiirinde bile yayın bütünlüğü neredeyse yok. Örneğin “İşitin ey ulular” şiiriyle, büyük insanlığa tehlikeyi bildiriyor ve çağrı yapıyor. Yunus, içinde yaşadığı 13. Yüzyıl Anadolu’sunda savaşlar, işgaller, kardeş kavgaları içinde insan erdemlerinin yok olduğunu, o güzel insanların ve yiğit beylerin kalmadığını, adeta hepsinin “atlarına binip gittiğini” söylüyor. Kendi içinde çok yüksek parlaklıkla ortaya konan bu şiirsel hüküm, çoğu zaman “dengesi” bozularak şu anlama çevrilmekte: Yediği insan eti, içtiği kan olan beyler, atlarına binip gittiler. > Beylerin “mürveti / mürüvveti” yiğitlik, cömertlik, adamlık, insaniyet demektir. “Gitti beyler mürveti” derken Yunus, zamanın değiştiğini, bozulduğunu ve o yiğitlerin, beylerin atlarına binip gittiğini anlatmak istiyor. Bu ifadede “nostalji / geçmişe özlem” duygusunun ötesinde ciddi bir yerginin varlığı açık değil mi? Belli ki çağ bozulmuş, kanlı zulüm insan erdemlerini ezip geçmektedir. Yani çekip giden, dönem beylerinin o büyük iyilikçi, yiğit karakteridir. > Bu arada şiire zaman unsurunu kazandıran “olusar /olısar” kavramına açıklık getirelim. Gölpınarlı, “Daimilik de veren istikbal sigası, kalısar, olısar,” diye açıklıyor. Diğer sözlüklerde gelecek zaman bildiren –cek / -cak eklerine denk kullanıldığı belirtiliyor. Bazı metinlerde ise “oluyor / olacak” anlamları veriliyor. Benim çözümlemem Gölpınarlı’ya yakın: -ser, -sar eki, birleştiği köke “olmakta / olmaktadır” anlamlarını yüklüyor: “İçtikleri kan olmakta.” Dikkat edilirse bu ek üzerinde bile tam anlaşma sağlanamamıştır. > Dörtlüğün anlamına gelince, mesaj zaman farklılığı taşıyan ilk iki dize ile son iki dize arasında parlıyor. Eğer beyler atlarına binip gittiyse, nasıl oluyor da “insan eti yiyip, kan içebiliyorlar? Yunus geçmişin huzurunu kutsuyor ve yaşadığı çağı yargılayıp yergiliyor. İnsanlık değerlerinin yıkılışından sorumlu tuttuğu herkesi, dervişlere varıncaya dek hedefe koyuyor: “Danişment okur tutmaz, Derviş yolun gözetmez. Bu halk öğüt işitmez Ne sarp zaman olusar.” > İlhan Başgöz şöyle diyor: “Göçebe toplumunun hanlarını ve beylerini ululayan epik şiirimiz yergiye yatkın değildir. Oğuz beylerini yeren, kınayan nakışlar epikte yer almaz. Epik şiirin ideolojisi tektir ve göçebe toplumu dış düşmanlara karşı birleştirmeye yönelmiştir. (….) Bu demek değildir ki göçebe toplumunda çatışmalar, gerginlikler yoktur. Elbet vardır, ama epikte yansımaz, yahut dolaylı, hafif dokunmalar halinde epiğe girer yergi.” Bütün bu kısıtlamalara karşın, Yunus hükmü, karşı konulamaz parlaklıkta yine de kendini gösterir. > Yunus söyleyeceklerini açık söyler: Din diyanet kalmamıştır, küçük büyüğü, evlat babayı saymamaktadır, toplum bozulmuştur. Çünkü ahir zaman olmaktadır. İyi Müslüman azalmıştır, seyrektir. Halkın kulağından öğüt geçmez, herkes kötü davranmaktadır. Yiğitlik, fedailik kalmamıştır, haram helal karışmıştır. Haram kıymetli olmuştur. Yunus somut kişileri betimler, sınıfsal özelliklere de işaret eder. Beyleri de yerer, zayıf sahte dervişleri de.
>> YUNUS SEVGİSİ BİLİNCE DAYANMALI
> Her şeyden önce bizim, Yunus sevgimizin sağlam bir bilince dayanması gerekiyor. Yunus Emre şiirlerinin birden fazla Yunus’a ait olması, şiirlerinin henüz, uzmanlar eliyle belli bir bütünlüğe kavuşturulmamış olması çok acıdır. Bu durum pek çok sorun yaratmakta ve Yunus’un Türk kültürüne katkısını zedelenmektedir. Şiirlerin yazıya geçişte ve daha sonraki okumalarda farklı anlam kaymalarına yol açılması, şiirlere gelişi güzel numara ya da başlıklar konulması kargaşayı artırmaktadır. Öte yandan pek çok yazarın bu şiirleri kendi anlayışına, sezişine göre yorumlayıp anlamlandırması, ne yazık ki, Yunus’un ortaya koyduğu büyük yapıta zarar vermektedir. Türk kültürü ve tarihi açısından düşündürücüdür.
>> SADECE BİR ŞİİRİNDEKİ KARGAŞAYA BAKAR MISINIZ?
> Sadece üç beş kitap arasında ve salt “İşitin ey ulular” dizesiyle başlayan Yunus şiiri üzerinde bakın neler olmuş. Bu şiir Gölpınarlı, İlhan Başgöz, Mustafa Tatçı, Mustafa Özçelik, Hüseyin Arif’te vb. yazarlar tarafından farklı yorumlanıp, farklı yayımlanmış. Şiir Sabahattin Eyuboğlu ve Cahit Öztelli’nin kitaplarında hiç yer almamaktadır. Gölpınarlı’nın “Bu halk öğüt işitmez / Sağır hemen olısar” dediğine, Başgöz ve Tatçı “Bu halk öğüt işitmez / Ne sarp zaman olusar” demektedir. Gölpınarlı’nın “Gitti beyler mürveti / Binmişler birer atı” diye yaydığı dizeler, Özçelik’te “Gitti beyler mürveti / Binip sürerler atı” biçimine dönüşüyor. > Bir yerde “Ya’nî er koptu erden / Elin çekmez murdardan” dizeleri Timur’da “Ya’ni az kopdı erden / El çekmezden murdardan,” biçimi, Başgöz ve başka yazarlarda “Yani az koptu erden,” Tatçı’da “Ya’ni er gelmiş erden / Elini çekmiş şerden” oluveriyor. Gölpınarlı’da “Birbirine yan yana / Ettiğim kalır sana,” dizeleri Azerbaycan nüshasında “Bir-birne Yavuz sanır / Eddüğüm kala sanur” olurken, Arif’te “Birbirine yanıyanı / Ettiğim kalır sana” olurken, Başgöz’de ise “Bir birne yavuz sanır / Ettiğim kalır sanır” oluveriyor. Gölpınarlı’da “Yarın mahşer gününde / Cümle ayan olısar,” dizeleri Başgöz’de “Yarın mahşer gününde / İşi yayan olısar” biçimini dönüşüyor. > Sadece bir şiir üzerinde ve sedece üç beş kitap arasındaki bu farklılıklar tek kelimeyle ürkütücü! Bakın ki, şu dizeler sadece Mustafa Tatçı’nın kitabındaki “İşitin ey ulular” şiirinde yer alıyor. Diğerlerinde yok. Bunu nasıl açıklayacağız. “Aceb mahlûk irişdi Göz yumuban dürişdi Helâl harâm karışdi Aassı-ziyân olısar”
>> YUNUS EMRE İLE NAZIM HİKMET BULUŞMASI
> İşitin ey ulular şiiri ile Yunus, “Ahir zaman olısar / olmaktadır” diyor. Yani Yunus bu şiirle dünyaya insanlık değerlerinin yok olup çürüdüğünü duyuruyor. Ulu Şair bu yolda en ağır, en çarpıcı imgeleri kullanıyor. Büyük şairimiz kıyamet günleri gelmektedir diye bize dünyanın sonunun haberini veriyor: “İşitin hey ulular Âhır-zaman olısar Sağ Müslüman seyrektir Ol da güman olısar” > Ne büyük mutluluktur ki, Türk dilinin iki en büyük şairi Yunus Emre ve Nazım Hikmet “toplumun görev uyruğu” üzerinde aynı çizgide buluşuyorlar. Nazım Hikmet yüzlerce asır sonra dünyanın kan revan haline bakıp çıkış yolunu gösteriyor. Nazım, söyleyip yazdığı “Kıyamet Sureleri” ile aynı insanlık sorumluluğunu Yunus’la paylaşıyor. “Alametler Suresi”nde şöyle diyor: “Yedi kat yerin altından uğultular geliyor. Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır. Haram sevaboldu, sevap haramdır. Ak kurt, kara tahtayı daha bir yol kemirir, çekin ki körükleri ateşe girdi demir. Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır. Duyuldu kim ölüm satılıp kâr edile, kendi kendilerin reddü inkâr edile ve duyuldu kabuğuna tık ettiği civcivin. Duyuldu uykusundan uyandığı zincirinden başka kaybedecek şeyi olmayan devin.”
>> TÜRK BİLGELİĞİNİN VE TÜRKÇENİN DEVAMLILIĞI
> Yunus, içinde var olduğu geleneğin kendisine yüklediği görevi yerine getiriyor ve devamlılık sağlıyor. Aynı zamanda bu Türk bilgeliğinin devamlılığıdır. Dönemindeki toplumsal bozulmanın büyüklüğünü zıtlıklarıyla ortaya koyan Yunus, Yaşar Kemal’e sorumluluk devretmiştir. Yaşar Kemal’in romanlarında dile gelen “O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık!” hükmü de değişmez bir darbı mesel gücündedir. > Yaşar Kemal, elbette bu yargıyı içinde yaşadığı ve yaratıcısı olduğu halk kültüründen almıştır. Halk geleneğine mal oluşu ise Sümer edebiyatının da evveline dayanmaktadır. Bu edebi varlık, Dedem Korkut hikâyelerine, oradan Ahmet Yesevi’ye, Yunus Divanı’na, oradan Nazım Hikmet’e ve kim bilir nice başyapıta geçerek görev üstlenmektedir. Yeter ki biz, Yunus’umuzu Türk bilgeliğinin ve Türkçenin yüce bir anıtı olarak Anadolu’nun ortasına dikelim: Yunus Emre dünyanın neresinden bakılırsa bakılsın, gece gündüz apaçık görünsün.