Yunus, sıgaya çekmeye devam ediyor!
“Geldikçe gideriz aşklı yere, dolunayla dolu yükümüz,
Aşıp serdik gönüllere, eğilip hikmet kapısından.
Karınca yürür ilahi ayak izleriyle, sarıçiçek heceler,
Aşkın özü çiseler, dağ neşelenir, şelale uğuldar kanda.”
DOĞU TABLETLERİ, YUNUS
> Yunus gerçeğiyle yüzleşmeye devam ediyoruz. Şaşıracak, öfkeleneceksiniz, ama gerçeği sahibine, yani halka bildirmek zorundayız. Yunus’un en önemli şiirlerinden birinin başına gelenlere bakın: “Ben dervişim diyene,” seslenişiyle başlayan ustalık dönemi şiiri, nasıl kargaşaya kurban edilmiş? En acısı, Şiirin Yunus Emre’ye ait olmadığı, Molla Kasım adlı bir kadı şaire ait olduğu iddiasıdır. Ne yazık ki şiir Burhan Toprak, Sabahattin Eyuboğlu, İlhan Başgöz gibi birkaç araştırmacı dışında, komisyonlar dâhil, Yunus kitaplarının çoğuna alınmamıştır. Abdülbaki Gölpınarlı, Cahit Öztelli, Faruk K. Timurtaş, Mustafa Tatçı, Hüseyin Arif, Mustafa Özçelik, Sezai Karakoç vb. yazarlar bu şiire yer vermemiştir.
> Yunus’un bu şiiri çevresinde pek çok menkıbe/söylence dillendirilmiştir. Yunus Emre’nin hayatı insanı derinden etkileyen pek çok menkıbeyle doludur. Bunların bir kısmı tartışılmaz gerçeklere dayanır: Yunus’un köylü kökenli olması, savaşlar içinde karışık bir çağda yaşaması, sıkı bir medrese eğitimi görmesi, Tapduk Emre dergâhında örgütlenmesi, tasavvuf ikliminde olgunlaşması vb. Yunus menkıbelerinin önemli bir kısmı ise Yunus’u yücelten söylencelerdir: “Buğday”, “Kazan”, “Odun”, “Mağara”, “Molla Kasım” menkıbeleri gibi.
> Yunus’un şiirinde adı geçen “Molla Kasım” söylencesi muhteşemdir. Menkıbeye göre, Molla Kasım, dine, şeriata aykırı düşünceleri nedeniyle öfkelenip Yunus’un şiirlerinin 1000’ini yakmış, 1000’ini sulara atmış ve tam 2001’inci şiire gelince, kendi adıyla karşılaşmış:
“Derviş Yunus bu sözü
Eğri büğrü söyleme
Seni sıygaya çeker
Bir Molla Kasım gelir.”
> Molla Kasım bu dizeleri okuyunca, Yunus’un ululuğunu kavramış. Hatasını anlayıp diğer 1000 şiire dokunmamış. Derler ki yaktığı şiirleri kuşlar, suya attığı şiirleri balıklar ve geri kalan şiirleri insanlar okuyagelmiştir. Eyuboğlu’nun yorumu şöyle: “Bu sözü, Yunus Emre’nin değil, Kasım adlı sonradan gelmiş bir şairin söylediğini ileri süren değerli bilginimiz Gölpınarlı, kitaplara saygısı yüzünden iki gerçeğe yüz çeviriyor bizce: Birisi Yunus Emre’yi halkın Molla Kasım’la karşı karşıya getirmesi, ikincisi de beyitte şair adının ancak birinci dizede olması gereği, tabiliğidir.”
> > MOLLA YUNUS’TAN, DERVİŞ YUNUS EMRE’YE
> Yunus Divanı şairin iki ayrı ve belirleyici yaşam döneminin şiirlerinden oluşur. Bu durum, adı Yunus olan iki farklı şairin varlığına yorulmuştur. Bu doğru değildir. Esasta iki ayrı şair değil, bütünleşmiş tek şair vardır. Yunus, önce sıkı bir medrese eğitimi almış ve Kuran’ı, hadisleri, İslam ilimlerini hatmetmiştir. Çok iyi Arapça ve Farsça bildiğine kuşku yoktur. Kendi içinde yüksek bir insan sevgisi taşıyan Yunus, mevcut sistemle, şeriatla, softalıkla çatışmalara girerek, Medrese mollalığından, Tekke Dervişliğine yönelmiştir.
> Medrese döneminin Yunus’u, katı şeriatçı öğretinin halkın içine saldığı ve din adına insanın yaşama sevincini elinden aldığı baskıcı bir “düzene” tanık olmuştur: Zebane ateşi, Sırat Köprüsü, Gayya Kuyusu, Kabir Azabı vb. ürkütücü öte dünya imajları, yaşanan dünyayı Cehenneme çevirmektedir. Yanı sıra inananlara vaat edilen “Huri / Gılman” ödülleri, yemek dolu sofralar, meyve dolu ağaçlar vb. ekmek bulamayan dönemin yoksul halkıyla alay etmek oluyordu. Vaazcı medrese mollalarının, o nimetlere bu dünyada kavuşmuş olması, bu büyük aldatmaca, Yunus’un şair ruhunu derinden sarsmaya başlayınca, medreseyi terk edip tekkeye giriyor. Yunus artık elinde isyan bayrağı, yüreğinde tanrısal aşk ateşi olan, dünya zevklerinden elini çekmiş bir derviştir. Tekke’ye giren Derviş Yunus’un şiirinde yeni dönem hemen başlayacak ve hünerli söz kılıcı softalığın karşısında parlayacaktır.
“Sırat kıldan incedir
Kılıçtan keskincedir
Varıp anın üstüne
Evler yapasım gelir.”
> > YUNUS’UN İÇİNDE YÜKSELEN DALGALAR
> Molla Kasım kimine göre tutucu, şeriata bağlı katı tutumlu bir softadır. Kimilerine göre ise tam tersi, hiç de softa bir insan değil, hakikati arayan bir kadıdır. Mesele Yunus’un “sigaya çekilmesi” olunca, Molla Kasım tipinin, karşıt görüşte bir sorgulayıcı olduğu anlaşılıyor: Temel çatışma, dönemin, Tekke dervişleri ile Medrese mollaları arasındadır. Kendini İslam felsefesine bağlı gören yazarlar, Molla Kasım’ın bu hiddetini yumuşatmaya, dervişlik ile mollalığı barıştırmaya çabalamıştır. Ne şekilde olursa olsun, hiç kimse onu karşısına almaya cesaret edememiştir.
> Esasında Yunus Emre’nin düşünsel – ruhsal yaşamında çatışmalı iki durum tespit edebiliriz: Birincisi doğuştan kazanılmış insani karakterden gelen, şair kişiliği ve insan sevgisinin kesintisiz iç çatışması. İkincisi ise, toplumsal boyutta, molla karakter ile yükselen derviş karakterinin ideolojik / siyasal toplumsal çatışmasıdır. Denilebilir ki, her iki dönemde de Yunus, insanı temele koymaktadır. İşte bu derin anlayış medrese döneminin molla Yunus’unu tekke döneminin Derviş Yunus’una yüceltiyor. Yol bellidir: “Aydınlanma / Şeriat”, “Örgütlenme / Tarikat”, “Birliğe erme / Hakikat” ve “Gerçekteki sırrı açıklamak / Marifet”. Yunus içinde yükselen çatışmalı dalgalarla bu yolda yürüyerek, halkın gönlünde, belleğinde, bilincinde çatışıp uzlaşmış ve Yunus Emre olmuştur.
>> MOLLA KASIM’I YUNUS İLE HALK YARATTI
> Molla Kasım menkıbesini üç unsur yaratmış, bu durum da konuyu tartışmalı kılmıştır. 1. Yunus’un kendisinin sanatsal öngörüsüyle ortaya koyduğu, doğrudan kendisini sorgulayacak bir kadı molla imgesi. 2. Aydınların Yunus’un şiirini, o dönemde yaşamış Molla Kasım diye bir şaire mal etmeleri. 3. Halkın Yunusla buluşarak, buradan olağanüstü bir menkıbe / masal yaratması. Esasında Yunus’un yüksek öngörüsü, başına gelecek belaların önünü almak için, ortaya bir Molla Kasım imgesi çıkarıp, onu açmaza sokup, en karşıt adamın bile hayranlığını kazanacak marifeti göstermektir.
> Yunus bu şiiriyle, medreseden iyi tanıdığı “molla” anlayışla savaşmaktadır. Bunu yaparken söylediği sözlerin, dönemin kadıları açısından yenilir yutulur sözler olmadığını, fakat hedefi can evinden vurduğunu biliyor. O nedenle Molla Kasım diyalektiği üzerinden, “Seni sigaya çeker / Bir Molla Kasım gelir” diyerek, daha baştan, “Ben ne yaptığımı biliyorum!” demek isterken, karış tarafa “gözdağı” da vermektedir. Burada “Molla Kasım” ifadesinin “molla” sıfatı hitap ettiği softa felsefeyi anlatmak açısından “cuk” oturmaktadır. “Kasım” ifadesine gelirsek, bu da bir kişinin adı değil, aynı zamanda bir sıfattır. Arapça “kasım” kelimesi bölüştüren, taksim eden anlamındadır.
> Bu hünerli tutum öylesine sağlam bir gerçeğe oturtuluyor ki, hayran kalmamak elde değil: Çünkü şiirler “bir yol bulunup” doğanın dört temel unsuruna (Ateş, Su, Hava, Toprak) bölüştürülür. Bir bakıma şiirler temel varlıklarına, birliklerine döndürülüyor. Suya atılan ilk 1000 şiir sudaki balıklara, ikinci 1000 şiir güneşin, gökyüzünün simgesi kuşlara, geri kalan 1000 şiir de toprağın simgesi insanlara sunulmaktadır. İşte ilahi taksimat budur. Yunus’un “Molla Kasım” paylaştırıcısını ortaya çıkarmadaki başka bir kastı da budur. Bakın ki, “sigaya çekilme aczi,” nasıl da “sigaya çekme mucizesi”ne dönüşmektedir.
> YUNUS’U SİGAYA ÇEKENLERİ YUNUS SİGAYA ÇEKİYOR
> Yunus’un sözündeki geleceği kestirme bilgeliği, bir yandan güçlü bir savunma bendi kurarken, öte yandan “rakibi” üzerine çekip alt ediyor. Yunus Emre’yle baş edemeyen Osmanlı şeriatı fetvalar çıkarmış, onu yok saymış ve yüz yıllar boyu felsefesini medreselerden, tekkelerden uzak tutmaya çabalamıştır. Yunus Cumhuriyet Devrimiyle yeniden Anadolu topraklarında, Türk dilinin vadilerinde akmaya başlayınca, sigaya çekenin de çekilenin de kim olduğu iyice anlaşılmıştır. Kendisine yapılanları sineye çekerken, aynı anda kendisini sigaya çekenleri sigaya çekiyor… Yüzyıllardır ve bugün de böyle!