Yunus Emre07

Şol Yunus’a Kıymayın Efendiler – 7

Yazılar

Yunus hecesi, kamu hizmetçisi!

 “Korkar isen tamudan
Alçak olgıl kamudan
Ol günü ince sırattan
Kamularla geçmek gerek.”

> Yunus Emre, Türkçe kökenli “Kamu” (Moğolca, gamu) sözcüğünü sık kullanır. “Hepsi / bütünü / tamamı” anlamlarında bu kavrama yer verirken, çoğu zaman kastı, “halk / ahali / millet / yığınlar /  umum” olanı dile getirmektir. İlginçtir ki, “Kamu,”  Arapçada “Gamûs” olarak dünyayı saran denizler, okyanuslar anlamını taşıyor. “Umman ve umum” kök birliğini kurabilmekteyiz.

>> KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA

> Sıfat olarak kullanmanın yanı sıra, Yunus, gerçekte “kamu”  kavramını isim olarak da kullanır. En üstün değeri verdiği “Kamu”nun, Cehennemin ilahi ateşinden, yani “Tamu”dan, geçmek için her zaman alçak gönüllü olman, evvela kendinden geçmen gerek, diyor. Kamunun kurtuluşu yolunda ölümü göze alan bir anlayış, bir adanış, bir kendinden geçiş ruhudur bu. Kamuyla büyük buluşma için Yunus ölüme razıdır:

“Şükrâne canım üstüne
Ben dost için ölür isem
Ölmek lâzımdır kamuya
Ben ölmeden kanca varam.”

> Yunus “Kamularla”, yani bütün insanlıkla “ince sırat”tan geçmek derken, aynı zamanda dinî bir inanca dayanarak müthiş bir eğretilemede bulunuyor. Diyor ki, insanlığın dar günleri, devrim günleri gelip çattığında hazır olacaksın. Bunun için önceden ateşe dalıp, tutuşup alışmak, ölümle barışmak gerekir. Özetle şair, “Kurtuluş yok tek başına!” diyerek bugüne söz geçiriyor.

 >> YUNUS YAYINLARINDA YAYGIN KARGAŞA

> Gelin görün ki böylesine yüce duyguları dile getiren Türk şiirinin, Türk kültürünün temel taşlarının pek çoğu yerinden oynatılmıştır. Ne yazık ki, Yunus’un bu benzersiz şiirinde de söz birliği edilememiş, bütünlük sağlanmamıştır. Söz gelimi Cahit Öztelli, “Ben ölmeden kanca varam,” dizesini “Ben ölümden nere varam,” biçiminde, Mustafa Tatçı, “Ben ölmedin kanca varam”,  Hüseyin Arif ise “Ben ölümden kanca varam,” biçimini almıştır.

> Yunus Emre’nin hem biçim, hem içerik açısından tartışmaya konu olan şiirinin  en ünlülerinden biri, “Aşkın aldı benden beni,” dizesiyle başlayan şiirdir. Ancak bu şiire Yunus divanlarında, kitaplarında doğrudan yer verilmemiştir. Yer verenlerin çoğunda ise, şiirin en can alıcı şu dörtlüğü “yok” sayılmıştır:

“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni.”

> Örneğin, kitaplarının açıklama bölümlerinde bu dörtlükten söz etmelerine karşın Abdülbaki Gölpınarlı ve İlhan Başgöz bu kıtayı şiirin içinden çıkarmıştır. Cahit Öztelli, Faruk K. Timurtaş, Hüseyin Arif de aynı şekilde ve nedense bu dizelere yer vermemiştir. Emeklerine saygı duyduğumuz bu değerli yazarlarımızın, nasıl olup da böylesine tutarsızlıklara razı olduklarını anlamak zor. Burhan Toprak, Mustafa Tatcı, Sezai Karakoç, Mustafa Özçelik’in ise bu dörtlüğe yer verdiklerini belirtmem gerek.

> Öte yandan dörtlüklerin sözlerinde farklılıklar vardır. Örneğin şiirdeki, “Aşkın şarabından içem, / Mecnun olup dağa düşem” dizeleri,  Mustafa Tatcı’da “Işkun zencîrini üzem /

Delü olam taga düşem,” biçimine dönüşüyor. Ayrıca yedi dörtlük ya da on dört beyit olan şiir, Yunus uzmanı olan Tatcı’da dokuz dörtlüğe yükseliyor. Bu durum sosyal medyada yer alan Yunus Emre sitelerinde ise şaşırtıcı farklılıklara ulaşıyor. Örneğin genelde 7 kıta olan, kiminde 9. kıtaya çıkan şiir, bazı yerlerde 10 kıtaya varıyor.

 >> NE ÂKİLDİR NE DİVANE, YUNUS EMRE AŞK ERİDİR

> Önemli bir uyuşmazlık da “Sûfi / Sofi” kavramlarında yaşanıyor. Bilindiği gibi “Softa”, medrese öğrencilerine, mollalara, yaşadığı çağın gerisine düşenler için “Sofu” anlamındadır.

Dilimize Yunancadan geçen “Sofi” kavramı, yaklaşık 12. yüzyıldan beri kullanılmaktadır.

Tasavvufta ”Sûfi” şeklinde geçen bu kelime, dünya nimetlerinden vazgeçen, Allah aşkıyla yanıp tutuşan kimselerdir. Bu kavram şiirin 5. Kıtasında geçmekte ve yine farklı biçimlerde kullanılmaktadır. Burhan Toprak’ta ve bazı akademik makalelerde “Sofi” biçimiyle yer alırken, Gölpınarlı, Başgöz, Eyuboğlu ve Tatcı “Sûfi” demektedir. Sezai Karakoç ise nedense bu dörtlüğe hiç yer vermemiştir:

“Sûfilere sohbet gerek,
Ahîlere Ahret gerek
Mecnunlara Leylî gerek,
Bana seni gerek seni.”

 > Esasında şiirin bu ünlü dizeleri en önemli Yunus gerçeğini açığa vurmaktadır. Yunus da şiirinde, “Sofuları / Softaları” değil, “Sûfiler”i kastediyor. Fakat ve kendini onlardan da saymıyor. Yunus ne Sünni’dir, ne Alevi, Yunus ne Ahi’dir ne Kalenderi, Yunus ne Mecnun’dur ne Melami, Yunus ne Batıni’dir ne Zahiri. Ve hatta Yunus “Sûfilere sohbet gerek,” diyerek, kendini Sûfi de saymıyor. Peki Yunus’u nasıl niteleyeceğiz? Yunus Emre kendini en çok “Miskin Yunus” diye tanımlamakta ve bu kavramı kendi dünya görüşüne, hayat anlayışına yakıştırmaktadır. Varlıktan elini çekmiş, benliğinden geçmiştir. Divanında, mahlaslarında kendini en çok “Miskin Yunus” diye tanıtıyor. Miskinliği bütün ibadetin, itaatin, kulluğun (Tâatın) başı sayıyor. Tamah etmenin, doymazlığın, bencilliğin, aç gözlülüğün yayını (Yasıp) gevşetip boşa alıyor.

“Bu kamu tâatların
Başı miskinlik imiş
Gel imdi miskin Yunus
Tama’ın yayını yas.”

 > >  AŞK ERLİĞİ, DERVİŞLİĞİN / DEVRİMCİLİĞİN GEREĞİ

 > Dünün dervişlik erdemleri, derviş olan kişinin, elini dünya nimetlerinden çekmesini öngörmüş. Bütün varlığını, benliğini, bilgeliğini, emeğini kamunun, insanlığın hizmetine sunmasını öğürtlemiş. Bugünün devrimcileri de aynı yüksek karakterle kendilerini kamunun varlığına adamaktırlar. Öyle ki, bugün de sen kendi rahatından, çıkarlarından kurtulmadan derviş / devrimci olamazsın ve maddi dünyanın kabuğu içinde çürür gidersin. Yunus bu yolda şöyle diyor: Gerçek aşk kamuya hizmettir. Ağzımızdan çıkan her hece, bizim evrensel bütünlüğe adanmışlığımızı dile getirir. İnsanlığa duyulan o kutlu bağlılık en uzun, en ölümsüz aşk hecesidir. Elbette “derviş / devrimci” olana:

“Dört kitabın ma’nîsin
Okudum, hasıl ettim
Aşka gelincek gördüm,
Bir uzun hece imiş”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir